elm

derme evlerin çatma çatılarının üstünde salınan gri bir uçurtma gördüm dün. gece birkaç mini kurbağa, hayatımda ilk kez. bugünse bacağıma bir kertenkele kondu. yapacak bir şeyler olsa burayı sevmemi sağlayacak şeyler silsilesi.

ama olmuyor. çok şey yapsam da.

hem neden taleplerim karşılanmıyor. kasesüt geri dön. çabuk dön.

boris vian XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
yürek söken XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
armağan bülent'i 20 günde aldatmış XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
annem kasesüt'ün vesikalığını gördü, e bu gayet de erkeğe benziyo dedi XXXXXXXXXXXXXXX
cowboy bebop ost XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
proficiencal kasışlar XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
yerel kanalların film yayınlama konusundaki acizlikleri XXXXXXXXXXXXXXXXX/
mimi'ye mektuplar XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

_________________________________

aşağıdakilerin çağrışımsal karşıtlarını ifadeleyiniz:

* yeşillenmiş, kokuşmuş dereler
* akşam serinliğinde balkonda çay içmek
* tanımadığın birine mektup yazmak istemek
* çocuk ağzındaki süt kokusu
* kırmızı jaluziler
* teypteki kasetin sarması

Nasıl bir acı bu biliyor musun? Böyle göğsümün tam ortasında, boğazımda veya. Midemi yakıyor, midem bulanıyor açlıktan ama iştahım öylesine kapalı ki, çünkü yediğim tüm yemekler seni hatırlatıyor, yemek yiyemiyorum. Viski var, en yeni arkadaşım. Hayatımda ilk defa viski içebiliyorum, iyi geliyor. Biraz ayılıyorum, fotoğraflarımızı silemiyorum beynimden, ağlıyorum, şimdiden koskocaman bir mendil koleksiyonum oldu, sonra biraz daha içiyorum, biraz daha ağlıyorum. İçsem de ağlıyorum içmesem de ağlıyorum. Hayatımda dinlemediğim damar şarkılar dinliyorum. Çok sigara içiyorum. Elimde değil, her an, nefes aldığım her an aklıma geliyorsun. Terk edildim ya hani, terk edene kızamamak aşksa eğer, ben sana hiç bu kadar aşık olmamıştım. Yoksun. Artık hiç bir sabah senle uyanmayacağım, şiş gözlerimi boş duvarlar görecek ilk önce, Beyoğlu'ndaki her sokak, ama her sokak, seni hatırlatacak. Parmağımdaki yüzüğün hala yerinde, sol kolumdaki dövmen sonsuza kadar "hayatımda şimdiye dek aşık olduğum tek erkek"in hatırası olarak benle kalacak. Kasedin B yüzü bende, A yüzü sende. Belki sen sildireceksin o kasedi, ya da üstünü kaplatacaksın, bu beni bağlamayacak, çünkü zihnindeki fotoğrafların üstünü asla kaplatamayacağını hep bileceğim. Beni terk ettikten sonra isminin baş harfini kendimi toparlar toparlamaz elimin içine yazdıracağım, mesele seni hala seviyor olmam ya da ilk kez bir erkek için ağlıyor olmam değil, mesele seni kötü hatırlayacağım hiç bir şeyin olmaması, sana kızgın olmamam, kötü bir anımızın olmaması ve senin gibi, dünyada belki de en son aşık oluncak erkeğe aşık olmam. Olur da arkadaşlarımla paylaşmak istesem acımı bana senden önce de varolduğumu ve senden sonra da varolmaya devam edeceğim için güçlü olmamı söyleyecekler. Aşkın ne olduğunu bilmeyenler! Elbette vardım senden önce, ve elbet varolacağım. Ama bu yokluğunu değiştirmeyecek. Benim varlığım senin yokluğun değiştirmeyecek ve varlığım yokluğunu daha yoğun hissetmemden başka bir halta da yaramayacak. Seni hayatımdan silmeyeceğim, seni unutmaya çalışmayacağım çünkü ben bir erkeği hayatımdaki her şeye sırt çevirebilecek kadar büyük bir aşkla sevdiğim için kimsenin anlayamayacağı kadar mutlu ve gururluyum. Gururum kendime, hala aşık olabilen birileri var, hala terk edilip ağlayan birileri var. Bir daha birlikte Taksim'e çıkamayacağız, bir daha kimse telefonlarımı "bebeğim" diye açmayacak ve bir daha senden başka kimsenin telefonlarımı "bebeğim" diye açmasını istemeyeceğim. Bir daha beni arkadan seyredemeyeceksin dişlerimi fırçalarken ya da piercinginin topunu takmak için dakikalarca uğraşmayacağım. Bir daha beni öpmeyeceksin, bir daha sana sarılmayacağım, sigaralarımızı paylaşmayacağız ve hiç bir Cemiyette Pişiyorum şarkısını birlikte söylemeyeceğiz bir daha... Kimsenin evlenme teklifini kabul etmeyeceğim, "bak şimdi başka birine aşık oldun, unuttun H.'yi, bu yazı da sana kapak olsun Su Hanım" diye kimse bu yazıyı gösteremeyecek bana. Mesele şu ki, sen beni hayatından çıkarsan da ben bizim anılarımızla kalmaya devam edeceğim, çünkü her günümüz ayrı bir film, her saniyemiz ayrı bir şarkı. Buna rağmen savunamadın ya benim kadar yoğun olmadığı gün gibi aşikar olan aşkını, ona üzülüyorum. Senin için sevgilimi terketmemi istediğinde arkama bile bakmadan ve fütursuzca "ben aşık oldum başka birine" diye yazmıştım ona ve sen aynısını yapamadın o eskiden gelen sevgiline. Hayatıma şimdiye dek giren en doğru erkektin sen çünkü bizim kavgasız ve yüzde yüz iletişim içinde bir ilişkimiz oldu. Tek sorun iki aşk arasında kalıp uzaktakini seçmendi, uzaktakinin cazibesini öyle iyi bilirim ki... Seni hala sevmem gibi. Belki bir hafta sonra gözüm yaşlı olmayacak, ama Beyoğlu'ndan kaçacağım, her sokağında bir fotoğraf gizli, her duvarında bir yazı, her kırmızı Tuborg şişesi terkedilmemin gözyaşlarıyla dolacak içindeki bira boşaldıkça.
İyi ki seni tanımışım beni terk eden adam, hayatımın en büyük aşkı. İyi ki ağlayabiliyorum arkandan ve hala fotoğraflarımıza bakıyorum mutlu günleri hatırlayıp, hala telefonuma bakıyorum "belki aramıştır" diye, aramayacağını adım gibi bilerek.

Beni terk edip seçtiğin o uzak şehirde yaşayan yeni sevgilin umarım benim kadar sadık olur sana, asla sadık değilsindir ama karşı tarafın sadakatini çok önemsersin bilirim. Sadık olmamana rağmen sadık olmamı istemeni kabul edecek kadar seviyorken seni keşke şarkılara birlikte eşlik etmeye devam etseydik.

Kimsenin yanında seninki kadar huzurlu uyanmadım, belki viski şişem o huzuru verir bana, bunu zaman gösterir, sen meraklanma, benim canım ikimize yetecek kadar yanıyor. Yaşadığım şey her ne olursa olsun asla pişman olmama huyum vardır ya benim, işte o en sevdiğim şey.

Seni kaybettikten sonra kaybedecek daha fazla hiç bir şeyim yokken, tüm gurursuzluğumla, bana geri gelsen muhtemelen seni reddedemem. Bilirim aynı kitap iki kere okunsa da sonu değişmez. Satır araları daha cazip gelir belki ikinci okuyuşta, ama kitapların sonu hep aynıdır.

Babam küçükken "hızlı okuma, anlamazsın" derdi bana, sanırım hala değişmemiş hiç bir şey, seni öyle hızlı okudum ki aklım hala satır aralarında, ve sonun değişmeyeceğini bilsem de bir sarılmana dünyaları verirdim, ama bil ki sen gittin ya dünyalar artık benim değil.

CabbarLAR da Kimmis Neymisss?????
Ben telif hakkimi istiyorum. Cabbar -lar ne oluyor? soruyorum.
buyrun sordum.
cevap bekliyorum.
haneme tecavuze isyan ediyorum.
CabbarLAR yok, ben varim.
Ben Cabbar'im!
Hah!
Yazarim mektubumu dort ucu kara.
Elimden bu kadari geliyor, ben kullanissiz biriyim.
Yapacak seyim kalmayinca haykirarak turku soyluyorum.
"Oy beni beni, cikayim daglara kurt yesin beni
satarim bu cani alirim seni"
...
Canim sikiliyor, duvarda bir kelep kirmizi biberin isi mi ne?
ohoooo sordugu seye bak.
imza: ben.
sen kim oluyorsun yahu?
gercekten, ben kim oluyorum?
Bigudiler gece yatarken kafaniza mi batiyor?
cikarin oyleyse, siz de kravatinizi.
Ne dertlisiniz.
Bu sezon unlu terzilerin kreasyon kolleksiyonlarinda sari renk yok demek.
olur ya.
Bayraminiz mubarek olsun.
Efendim?
Bayraminiz mubarek olsun.
Ne bayrami yahu?
(hic teklemeden) Seker Bayrami.
Al iste, yolu yok tozutacagim.
Bakin o dediginiz baska. Bu ise,
kis kumanyasinda maydanoz eksik cesidinden.
Ustelik de "mubarek" sariyi sevmeye samandan basladigim icin belim dogrulmayacak, is basindan bozuk.
Tavanin sivalari iyice dokuldu, kar neredeyse ustume yagacak.
Baharda sivattirip badanalatmali.
Badanalatmali mi badanalatmamali mi, badamalanalali mi?
Uf Uf sikiliyorum.
UZUN HAVA:
Oyle durma ne olur. Seni seviyorum. Bana guzel birseyler soyle.

Bendeniz Cabbar, CabbarLAR yok.
Ben varim.
Ben.
Cabbar.

klavye f tus dizilimine sahip. fakat yaptigim butun ayarlamalara ragmen q gibi yaziyor. ve ben q'yu ne kadar ezberden yazabilirim orası supheli.

evet ekran klavyesi sistemine bayılıyore.

bugun bisikletle konustuk. yanimiza amy winehouse'u da alip sineklerin ve sapiklarin ucustugu dere kenarlarinda kosarak gunesi durdurmaya calistik, olmesi an meselesiydi eger kendini israrla denize bansaydi. bu pek seksuel eyleme engel olamadik galiba, gittikce kizariyorlar.

birkac saat once biri bana bir radyo hediye etti. simdi o eve bu kadar uzak olmak olduruyor beni.

aranizdan biri bazi seyleri anadilde soyledigimizde gulunc gulunc hissetmemizin olasi sebeplerini "avam" ve "yabancilasma" kelimelerini kullanmadan aciklasin bana.

kill bill
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
virgin suicides XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/

piç olsun güç olmasın.

komik geldi değil mi? aslına bakarsan ben de gençliğini "diğerlerine" göre daha çok yaşayabilmiş bir kadın olarak espri yapabilme hakkını görüyorum üzerimde. şimdi yine kaktüsleştiğimi söyleyeceksin. keşke peyoten olabilseydim.

analar saflığı sütten başka bilmezler. ki meme uçlarımın nasıl bir günah objesi olabileceğini ben anlatamam sana. gece vakti günah gibi parlar onlar, ya da kapı çarpışındaki gürültü gibi, sessiz ağlayış gibi, uyku arası sigarası gibi.

benim gibi olma, niye olacaksın? içini kurut demedim ki sana. yanında yaşamak zorundayım, senin gibi olmayaraktan, bir başka insanın tablosu gibi karşında durmalıyım, biblo gibi kırılgan olmadan, ama bir ceviz masa kadar da dayanıklı değil. yerim pekala değiştirilebilir, formum da.

içindeki kötülüğü ele güne karşı akıttıkça saflaşsan da
adın dokuza çıkar kızım.

üzülme,
de evine dön.
bir umut annesi.



























not. vallahi billahi iyi olasın, gülesin diye yazdım. sevgiler, öpücükler.

Ben sesimi yükseltebilmiştim ya hani, bilmem kaç sene önce, işte o zamandan belliydi senin gibi olmayacağım sevgili anne. Sen bana hiç bir zaman katlanamıyordun ya hani, ben hep katlandım isteklerine, o yüzden daha güçlü oldum senden, sabretmeyi bildim bir kere. Sen saf ayaklarına yattın ya hep, her pisliğimde "düşündüğüm kadar saf değilmişsin" dedin ya bana, asıl masumiyet pislendikçe kazanılır, benden yirmi yedi yaş büyük olabilirsin, ama bunu görememişsen doğduğun senenin bir önemi yok anne.

Ben büyüyünce piç olucam anne, senin gibi olmayayım diye ve içim rahat yine, istesem de dünya beni senin gibi şekillendiremez diye.

Vantilatör kulağımı emiyor. Çokça yaşadığım semtin bilmediğim bir mahallesine, kendisini hiç bilmemiş olsam da ağaçların binalara olan mesafesi ve balkonların yere yaptığı açılardan dolayı adını hemen verebiliyorum. Mutfak tezgahında balıklar can çekişiyor. Karşı karşıya bakışmalar, göz kapaklarındaki katlanmalar, çenelerin hareketleri, masada çatal bıçak sesleri, meyvelerin suları çoğalıyor, önümüzde bir evlilik gerçekleşiyor yaz yaz gece gece si. Bakmasalar her an yanımdaki birini öylece öpebilirim, diye geçiriyorum aklımdan. Sakalımı kaşıyorum, sokaktaki tozlar ufak ve sıcak bir rüzgarla çamura dönüşüyor, renkler kına denen maddenin tanımsız rengine bürünüyor. Aklımdan öylece geçen her şeye sadık kalmaya çalışıyorum ama sorular bu zorlama durumu daha da zorlaştırıyor. Özel hayatımız kibarca sorgulanırken biz büyük bir arsızlıkla masanın altında dolanıyoruz, gezinerekten, iç içe geçmek suretiyle. Arabanın koltukları ikiye ayrılıyor, üstünde sevişilen ve sevişilmeyen. Tüm dünya insanları bir uçurumdan şehir ışıklarını izlerken ale, lager ya da pilsener'dan birini seçiyor, hoparlörlere hemoroid yaşatmak pahasına sesi açıyor, ya Thomas Fersen ya da Ferdi Tayfur dinliyor. Biz otları, tek tük ağaçları, kuru dere yataklarını geçiyoruz ve tüm kara boşluklar Piano Magic ile doluyor. Arka koltuğu ortalarken koltukaltımdaki büyük şişliği farkediyorum; gün biterken uyanıklık başlıyor.

Başucumda casio mor bir alarmlı saat var. Kendisiyle pek iyi geçinirdik, çılgınca çalıp beni en derin rüyadan da oynatırdı. Son bir haftadır, kendinden geçiyor. Bir bakıyorsun bir saat ileri gidiyor, bir bakıyorsun tam bir saat geride. Önce uzaylılar geldi evet evet dedim, sonra baktım ilginç birşeyler olmuyor, saat delirdi dedim. Hala çözebilmiş değilim ama şu anda bir saat ileri gidiyor örneğin. hiç uyumıcam, ne zaman kendini şaşırıyor bakıcam diyorum, olmuyor. Nasıl olur gün içinde bir ileri bir geri yahu? Delirtiyor beni.

az önce kadıköy'e gittim. sonra geri döndüm.
"lütfen bu gece eve git" dedi, "tamam" dedim. sesimin nasıl ifadesiz olduğuna kendim de şaştım. bazı hataların bedelini ödeyebilmek için ufak bir deniz-aşırı seyahat gerekiyor (mu?). kadıköy'de dolmuştan indiği gibi "abi, taksim bu araba mı?" diye soran oldu mu başka?

Günlerdir yurdumuzu etkisi altına alan soğuk hava dalgasının etkisiyle, beynimin sorumluluk hissiyatını harekete geçiren sinaps güzergahı ulaşıma kapandı ve ben bugün işe gitmedim sevgili blog. Dün de soğuktu ve hatırlıyosan gün boyu aralıksız tipi şeklinde yağan kar yüzünden yollar buz tutmuş, birkaç meczup şoför “ Çocukluğumu geri verin bana leeeyn !! ” nidaları atarak E-5’ i çarpışan arabalar pistine çevirmişti. Aç susuz, dondurucu soğukta yaklaşık 1 saat o otobüsün içinde beklemiş ve hatta acınası halime binaen gözlerimden dökülen bir iki damlacık yaş da yarı yolunda, buruncuğumun kenarında donuvermişti. Eve vardığımda bardaklar dolusu kaynar çaylar, salepler içmiş, ayakcıklarıma 3 kat yün çoraplar giymiş, üzerime de çift yorgan örtüp yanı başımdaki kalorifere sımsıkı sarılıp uyumuştum. Ve bu sabah gözlerimi açıp saate baktığımda biran önce yataktan kalkmam gerektiğini fark etmiş, başımı yastıktan kaldırmaya yeltenmiş fekat becerememiştim. Zira gece yarısı, gün boyu yediğim soğuktan nasiplenip grip olmuş, tıkanan burun deliklerim nedeniyle ağzımı kocaman açıp öyle uyumuştum. Böylece , Çelebi ‘ nin damdan dama atlarken donan kedisinden sonra en uç, en olağanüstü donma öykülerinden birinin kahramanı olmuştum. Ağzımdan yastığa doğru coşkun bir şelale gibi dökülen salyalarım havada donuvermişti !

3 kulhu vallahu bi elhem okudum ve hızla başımı kaldırdım yastıktan. Çok şükür kopma noktası benim tarafımda değil de yastık tarafından olmuştu ki halen daha üst tarafa biraz kollajen enjekte edilse sexy denebilecek dudaklara sahibim.

Güne böyle bir mucize ve musibetle başladıktan sonra yorganı kaldırdığım ilk anda korkunç bir ürperti ve titreme sardı bedenimi. Kar yağışı durmuş, Arap yarımadasından gelen “ Allahu ekber, yatta geber ” adlı soğuk hava dalgası bir anda yurdumuzun üstüne uğursuz bir lanet gibi çökmüştü. Elimde olmadan, soğuğun etkisiyle ayaküstü kısa bir breakdance performansı sergiledim ve dalganın dediğini yaptım ; geberip geri yattım yatağa. Bu halde işe gidemezdim çünkü birincisi ; ölmek için çok gençtim - işini gençlere kaptırmamak için yırtınan onca teyzeler amcalar vardı işyerinde, işte onlara bir fırsat veriyordum - , ikincisi ; yılların hımbılı olarak, işe gitmeye çalışırken mefta olmayı kendime yakıştıramamıştım. İllaki olacaksa, boş boş yatarken gebermek başarılarla dolu hımbıllık kariyerim için şık bir final olurdu.

İşte bu yüzden burda, 2 kat yorganın altında kendime kurduğum çadırdan sana yazıyorum blogcum. Yazarken parmaklarımın titremesine, dişlerimin aralıksız suretle birbirine vurmasına engel olamıyorum, ayaklarım giydiğim üç kat çoraba rağmen buz kesmiş durumda. Bazı bazı aşşaadan yukarlara doğru Meksika dalgası şeklinde ilerleyen bi üşüme hissi bastırıyor ve sarsılıyorum.

Günlerdir son 70 yılın soğuk hava rekorları ardarda kırılıyor. Kendini evlerine hapsetmiş halk, semtindeki süpermarketleri talan etmiş durumda. Şuan evimizin balkonunda olası kıtlık ve iç savaş tehlikelerine karşın 3 aylık noodle, tortellini, eti cin ( çilekli ), eti cici bebe ( muzlu ), paket paket süt ve kan şekerimizi dengelemek üzere bir takım çikolata çeşitleri ( kinder bueno, nesquik, toblerone, lila pause… vs ) stoklamış durumdayız. Ayrıca belirtmeliyim ki yatağımın altında kilolarca kestane de hali hazırda gizli gizli pişirilip yenmek üzere bekletilmektedir.

Şimdi soğuktan yarı donmuş halde kristalleşen bedenlerimizi bir odaya hapsedip biraz olsun ısınabilmek ümidiyle ev ahalisinin yanına gidiyorum sevgili blog. Bir an önce havalar ısınsın da kızgın güneşin altında pelte pelte olalım, eriyelim, birbirimize yapışıp “ ıııyk vıcık vıcık terlemişsin be, defool !!! ” diye azarlayalım, azarlanalım istiyorum, günde 2 defa duş alıp iflah olmayalım, lamborghini çıkacak umuduyla yüzlerce magnum yiyelim, bronzlaşalım, yazlıklarda çekirdek çıtlayıp okey oynayalım, ist.da giyemediğimiz minileri, veremediğimiz dekolteleri yazlık mekanlarda sergileyelim, rahatlayalım işalah di mi blogcum ? Bu arada bu soğukta bir de genel seçim yaptılar, yurdumun tepesinde kocaman bi ampül yaktılar, hadi hayırlı olsun, deniz baykal davul olsun diyip seni sevgiyle kucaklar ve kaçarım.

Unutmadan sana bir tavsiyem olacak sevgili blog ; azcık hareketlen, kıpırdan yoksa donacaksın. Günlerdir bıraktığım yerdesin, üstünü bile değiştirmemişsin.. aynı kasvetli, lacivert elbise… bi silkelen kendine gel olur mu canım ?

Yine gelicem… O zamana kadar hoşça kal şeker…

Sevgilisi adam dövdükten sonra, polisler sevgilisini döverken bekleyen o salak kızım ben. Cesur mu, aptal mı, kötü mü, piç mi, melek mi, şeytan mı; kimsenin tam olarak anlayamadığı.
Ben hepinizim; hepiniz olduğum için kimsenin tanıyamadığı.

"Aşk şarkılarda kalsın senin için
Hayvanlı porno benim için"

blogumuza ne olmuuş! eski hali ne güzeldi pırıl pırıl. açık saçık. okuması kaçık. honey where is our lovely, old blog? sıfatlarda sıralama vardı. lisede öğretmişlerdi. amerikalı hocamıza bunu söyleyine bulşit demişti. öyle dedikten sonra utanmış gibi ağzını aa yapar gülerdi. en şirin ingilizce hocası bizimkiydi. türktü amerikada yaşamıştı. lütfi/lütfü kırdarın torunuydu. ah nerde o eski hocalar ve blog, hı?

Vay canına sayın seyirciler mor bir duygu yumağı şu anda gökyüzünden üzerimize doğru son hızla gelmekte. Seyirciler yanımda seyirciler, ve de gözlerini kocaman açmışlar eblek eblek bakıyorlar… Güneşe doğru değil bu sefer, o yumuşak dairesel hatlara sahip mor duygu kitlesine. Bir huzur banyosu bahşedilirken bir apartman dairesindeki adama, günün kirini yıkamaya çalışan bu adama bir sürü huzur banyosu bahşedilirken, bu adama sayın seyirciler mor bir duygu kitlesi düşecek gibi duruyor. İlerliyor, son hızla. Vay anasını sayın seyirciler. Spermin yumurtaya ulaşmak için kat ettiği çaba bunun yanında halt etmiş seyirciler. Deep impact olsun diye yavaş yavaş ilerliyor gözlerimizde, unutamıyoruz o anı. Herkesin gözleri yeni sudan çıkmış balıklar gibi açık. Bense sayın seyirciler kameraman arkadaşımız ile bu meydanda durmuş şaşkınlıkla olayı izliyorum. Evet, duygu kitlesi dönerek geliyor. Bu yöne doğru geliyor acaba kimi vuracak sayın seyirciler. Yanımda makyajlarıyla çıtı pıtı oturan hanımlara mı? Acaba milenyumun duygu kitlesi kime vuracak. Bir piyango gibi sıraya dizilen insanlar hem şaşırıyor, hem de kitleniyorlar. Bu kitle büyüleyici. Bundan da öte sürükleyici, içine çekiyor sayın seyirciler. Dokunmak istiyoruz, o kadar yumuşak olabilir ki anlatamam size. Uçundan tutmak istiyoruz, bu mor duygu kitlesi hayatımızı değiştirecek, buna inanmamak imkansız. Lotomuz devam ederken tanrı tarafından yollanan bu nerden geldiği belirsiz kitle gözlerimizi adeta bizden çalıyor. Yavaş yavaş insanlığımızı unutuyoruz, biz o duygu kitlesinin içindeyiz. Biz o kitleyiz. Hepimizin kalbi atıyor, biriz. Bekliyoruz kime dokunacak. Yavaş yavaş karar vermesini bekliyoruz, hepimize dokunuyor geçerken. Birer birer içimizde yumuşak bir anı bırakıp sonra bir başkasına geçiyor. Kelebekler, sayın seyirciler, kelebekler tek çiçeğe konarlar. O hepimize gönderildi; bütün bir insanlığa hediye. Ağlıyoruz sayın seyirciler, kalp kaslarımız eridi. Hatta ve hatta gözyaşları ne kelime. Bu duygu kitlesinin eşi benzeri şu güne kadar görülmedi. Bırakamayacağız. İslami feng shui temellerine göre düzenlenmiş bir dünyada putları kötü enerji yaydıkları için kapılarımıza koyamadık, ama bu kitleyi izninizle putlaştıracağız! Gerekirse bakacağız. Çoğu zaman çoğu düzlemde her şey Kâbe’ye bakardı. Artık bize bakacak, sayın seyirciler. Kitlemiz geldi. Geldi... Geldi...

XXXX

Bugün
Unuttum, gün battı ve gece ve deniz ve sahil ve çakıltaşları ve pergolesi ve herşey sayıklıyordu, dua gibiydi belki daha anlaşılmaz ama nefesti şüphesiz, kucağıma döküldü rüzgar, rüzgar dökülmez bilirdiniz, bilmeyiniz. hiçbirşey bilmeyiniz, bilgisizliğimiz dışında güzel bir oyundu izlediğimiz. tahmin edilemez bir konçerto söyleniyor, bazen sıra bize geldiğinde biz de söylüyoruz ama uzayda tüm dönüşün notası fa.

Kelimelerimi sattım ben. Kelimelerimden daha cazip görünen şeylere sattım, daha sisli şeylere sattım, daha belirsiz belki daha karanlık.

Gökkuşaklarımı evde bıraktım, sonra evi terkettim. Ya da kovuldum. Bu neyi değiştirir ki?

Bir sene önce bir şeyler yaptım, acı çektirdim. Şimdi aynı acıyı çeken benim, karma duy sesimi, ben bunu nasıl hakettim?

Her şeye rağmen, kimsenin kötülüğünü istemiyorum, kaybedebilirim hayatımdaki her bir piyonu, yeter ki şah mat olmasınlar, beklediğimiz gibi olacaksa hayatlarımız hepimiz mutlu olalım.

Ama ben bir çoğunuzun farkında olmadığı bir şeyin farkındayım ki hayat asla güzel olmaz.

Güzelmiş gibi yapıp sizi boka saplar. Sonra bir selam çakar ve gülümser. Siz ağlarsınız ya da kuvvetlidir göğüs kafesiniz, boğazınızdan öteye geçmesine izin vermezsiniz.

big boy!

bilmem... sabahın beşinde kalktım sanırım... yok, sizin boyutta buna 5 pm diyorlar...

ben kalktım kalkmasında da zor geliyordu lahmacunu sindirmek... evde yemek var, yemek yok... bu algı dahi karışmışken ben nasıl hareket edebilirim.

vefa sözü garip bir söz... gidiyorsun demek lil, git bakalım...
arkandan işeyeceğim, su dökmek lazım değil mi... tez git, tez gel misali...

rüyamda seni gördüm, bundan eminim. dikkatli ol ve bana haber et, neler olduğunu...

sabahın beşinde, beyaz şarabı ağzıma diktim... bu çocuğu seviyorum tanrım... elde edemediğim için kendime neler yapacağımı Tanrımız bilir...

sonuçta mika ile yatmak istememi kimse engelleyemez...

mika deliliği aslında hümanizmin yeni versiyonudur. kameralara oynamak ve de public opinion'u çalmak dışında değinmek istediği çok güzel terazi burcu mesajları var.

sevmesen de seveceksin diyor adam. daha ne. anlayın.

bazen içinizden şişmanlamak geçiyor bu şarkıyı dinledikçe, bilseniz o zaman duyguların ne kadar farklı olduğunu... yaşamanın ne kadar zor olduğunu...

zamanında 108 kilo bir insan olarak evet, big girl you are beautiful!

Landlord

Molly'm ve ben İzmir'e kaçıyoruz anacım, lütfen bu bilogun size de ait olduğunu ayan beyan edin biz yokken. Hepinizi seviyor ve öpüyoruz, iyi olun lütfen!

Odamın senelik temizliğini yaparken All dergisi mayıs sayısı geldi elime, işte bu aşağıdakiler zamanında bizi eğlendirmiş bi yazıdan seçtiklerim... resimlerin üzerine tıklanınca yazıları okunabilir sanırım..
















Bu arada template i değiştiren arkadaşı tebrik ederim, en sinir olduğum template i seçmiş, zamanında erszebeth de bloğuna bu skin i koymuş beni delirtmişti ki tepkimi insani ölçülerde kendisine iletmiştim. Şimdi ise beğenmiyosan sen yap gibi bi cevap alacağım, ve elimde olmadan bloğu hello kitty ve bilumum çiçekli böcekli kebelekli template lerle dolduracağım korkusuyla kuyruğumu sıkıştırıp kaçıyorum :) ... hepinizi sevgiyle selamlarım konuşkan dostlarım

holy.

kendimi kutsal hissediyorum.
bir üst benlik şeysi geldi, bilmiyorum.

duygularımı kontrol etme hususunda mükemmel gelişmeler katedip artık ne zaman ne istiyorsam onu hissediyorum.
bu sıkıcı bir şey.
çünkü çoğu zaman bir şey hissetmiyorum.

tepkilerim neden mi bu kadar abartılı, sanırım abartmasam tepki olmayacağından.
şimdi kutsal hissediyorum ama işte.

annemler yazlıktan gelmiş, babam eve 3 gündür gelmiyormuş ama benim haberim yokmuş bundan. neyse, bana neymiş. artık dertli insanları çekemiyormuşum. ben vefasız olmayı seçiyormuşum. psikoloji okumalıymışım.

tercih yapamıyormuşum.
sen ne dersin kuşum?

pluriexistentialisme kurulsun di mi artık?
ne zaman başka boyuta geçicez ya sıkıldım...
ne zaman mana'mız olacak.

ayrıca saat 7'de kafama düşen güneşi sevemedim. ne fütursuz güneşimiz bile.
hani nerede enerji? hani göster?
patlasana!


verdik, veremedik, aldık alamadık.
ben ne anladım bu ilişkilerden?
çok feci şarap banyosu yapasım var.
süt banyosu da olur.

çok feci kan kokusunu özledim.
teenager olmayı.

abi kandırılmayı özledim.
kanmak istiyorum.

o zaman kutsal hissediyorum.
ve susuyorum.

bu arada evet evet directionsforpest güzeldir.
bu arada evet evet template'i ben değiştirdim.
brandon ah sen var ya sen, know thyself know thine merry men.

ağrı-sıcak-danone-susuzluk-beirut-karın-pelvis-sıkıntı-eşya toplamak-telaş-üşenmek

ilk postumda bunlardan muzdaribim.sahte doktor diploması yapıcak birini arıyorum,kendim asla böyle şeyler beceremediğimden.bir adet islami şartlara uygun muayenehane açıp,demokrat parti ve onu çağrıştırıcak bilimum simge-renk birlikteliğinden kaçınarak dekore ettikten hemen sonra insanları güldürmek suretiyle iyileştirmeye uğraşıp beceremeyince pire avına çıkacağım.doğa'yı evlat edineceğim.okuluma 1000 adet palamut tipi insan dikeceğim.evet bunu da yapacağım.her arketipine güvenene 3 niçe öğüdü vereceğim.sonra da gidip kendime buzparmak alırım belki.

bakın bunu düşünün.niçe buz parmak yeseydi ne derdi?

next blog şeysi çok eğlenceli.

internet jinekologlarına sorarsan tam 11 tane hastalığım varmış. ama onu bunu bırak, karnımda kanama varmış, yani ağrının sebebi buymuş. ben napıyorum, bilgisaar başında bunları yazıyorum, eşyaları nası kolilesem diye odaya bakışlar fırlatıyorum bi yandan (evet yine taşınıyorum, kocamustaapaşa'ya), beyrut da beyrut diye diye scenic world dinliyorum.

molly güzel kahvaltı hazırlıyor, bi de kahvaltı ederken sadece yemekle kalmayıp konuşsak bugün tam olacaktı.

çamaşır makinası bozuk, içindeki ıslak çamaşırların yaydığı koku evi şenlendiriyor. kim kirli ve ıslaklarımı getirip yıkamam için kapısını açar? ya da kim bunları okur?

yılmaz'ımın hedayesini unutmuşum. dolu boş geçtim de, bi güldüren olsa yahu. tanrılar çıldırmış olmalı'yı izleyip sardırsak yine. hatta o kafayla buralara bişiler yazsam ben. neyse, buyur kardeş.

____________

templeyti kim değiştirdiyse (içimden bi ses miette diyor) manitu ondan ırazı olsun, elleri dert görmesin, böle hoşluk geldi içime billahi. ya ayrıca, hazır yeri gelmişken söyliyim, biçimsel değişiklikler yapabilirsiniz sevgili yazar kardeşlerim, hepinizi yönetici yaptım :)

trafik

Sarıyer ve kilyos tarafları çok acayip, insanlar o yola o trafiğe her gün nasıl katlanıp oralarda yaşıyorlar anlamıyorum. Hani koç öğrencilerini anladım, okullarına yakın, orada kalıp okula rahat gelip gidiyorlar da, hakkaten yaşanacak şey değil o trafik. Bir minibüs, bir otobüs, bir vapur ve bir dolmuşla evime geldim, bütün gün hareket etmek istemiyorum. Mor balonum vardı geçende almıştım, onunla oynamak istiyorum evin serin bir köşesinde. Last.fm'e de diyeceğim şimdi huzurlu müzikler dinlet bana diye.

ayakların hala büyüyor ve japon askerleri her zaman ilgimi çekmiştir zaten. bu kadar aleni olmamalıyım belki ama seni anneme götürmek istiyorum. filmlerdeki gibi kaat helva yesez ya, ben hiç yemedim?


Ölümüm senden olsun, dude.

__________

Anlayan biri şu biloğun templeytini değiştirsin rica edicem, çok sıkıldım.*

*Bir de, sık yazın ayol.


Bu yaz gecesinde, sıcaklığın 40 dereceye ulaşma sevdasının yanında ilginç bir şekilde insanlar hastalanmaya başlıyor. Bende bu hastalıktan nasibimi almış bulunmaktayım. Kışın aşık olduğum antibiyotiklerle koklaşma vakti erken gelmiş görünüyor. Bunun bünyemde oluşturduğu iki önemli durum var. Birincisi canım yanıyor, ağzımda katlanılmaz bir tat yaratıyor, ikincisi ise sigara içme isteğim körelmeye başlıyor. Dün gece salyangozlarla konuşurken Brandon bana sigara içmemem gerektiğini fısıldadılar. Sonra düşündüm bana hiç bir getirisi olmayacak gibi ve artık uzun Marlboro bile kısa geliyor, en iyisi bırakayım dedim. Artık boş sigarayı bırakmamız gerekiyor!! Hepinize sesleniyorum; artık sizin içinde uzun Marlboro kısa gelmeye başlıyorsa bırakın!!

Hoşgeldin outro'm, oyun hamuru arkadaşım (cıvığından). Baarsaklarım ağrıyo, hava sıcak, o yüzden kısa kesip "sadece ayak da olabilir" diyor ve hediyeni veriyorum.

yaz
dalların kiraz kiraz
bu kadar sıcak sence
fazla değil mi biraz
yaz
pinokya ve yuvarlak masa prensesleri
ikisi de seni duyamaz
bense kirazlarını
kulağıma küpe yaptım
güneşin tam tepede parladığı saatlerde
kime kızgınsın söyle
kulaklarımda sallanan kirazlara göre
su topluyormuşsun göğe
yağmur yağsın diye

Biliyorum burda beyaz ayak yok, hem beyaz diyince benim aklıma ku klux klan geliyor, mhp geliyor hinkler geliyor sade ayak ya da beyaz çoraplı ayak olarak alsam daha iyi olucak.
Dürüst olmak gerekirse bugün aklıma yalnızca elma kokusu geldi...

ttku ve pürüz, hoşgeldiniz diyorum ikinize de. sevgili pürüzcüm, işte bu beyin fırtınaların yüzünden buradasın zaten, burdaki varlığını olumlamışsın yazıda bildiğin, ayrıca o dediğin dondurmadan ben de isterim. muayyenim zaten. sevgili ttkucum, buraya gelmen ve bu güzel başlangıcınla çok mutlu ettin beni, bizi. özellikle yazıyı okumadan yarım saat önce ton balıklı salata (by molly) yemiş biri olarak haddinden biraz daha fazla etkilendiğimi söylemeliyim, yazınına bayılıyorum, lütfen one shot olmasın bu. daha çok beyin boşaltmanızı dileyerek, hoşgeldiniz yazımı birkaç post önce belirtmiş olduğum "beyaz ayağın öyküsü" ödeviyle sonlandırıyorum. herhangi bir şekilde olabilir bu, sadece assolist ayak olucak. hadi hadi yazın, merak ediyorum neler çıkacağını :) ha bi de "hediye"leriniz:

ttku hanıma
pürüz hanıma


yaz gununde hasta oldum, burnum akiyor. corap ve uzun pijama alti giydim, artik usumuyorum. akbank'in kobi reklamini seven tek kisi acaba ben miyim merak ediyorum. wolf parade dinliyorum ama the robot ate me - on vacation parcasini sizlere armagan ediyorum.

uzun uzun armagan mi yoksa hediye mi yazayim karar veremedim aslinda. armagan yazdim en sonunda cunku bahsetmezsem delirebilirdim, konuyu bir yerden baglamam lazimdi. bulent ersoy evlendi, o'nu alan yasadi. armagan'in amcasi bu durumdan utaniyorken damadin abisi sevincliydi. armagan cok mert bir cocuktu. biriktirdigi paralarla pembe nufus cuzdanli esine tek tas bir yuzuk hediye etmisti.


uzun uzun hediye mi yoksa ton baligi mi yazayim karar veremedim aslinda. hediye yazdim en sonunda cunku bahsetmezsem delirebilirdim, konuyu bir yerden baglamam lazimdi. hediye hanim ton baligi yedi, yiyemeyenler cok uzuldu. bir omega 3 icin uzulmeye degmez diyenler birlesip hediye hanim'i darbukaya aldilar. burhan ocal ne kadar sogukkanli davranmaya calistiysa da bu druma cok sinirlendi.

uzun uzun duruma mi yoksa druma mi yazayim karar veremedim aslinda. bilgisayarin yaninda duran tabakta beni bekleyen ton baligina, televizyondaki magazin programina, playerdaki sarkiya baktim, size goz kirptim, kelimeler olmasa neyle oynardik acaba dedim.


gozlerinizden opuyorum.

“ pürüüüz nerdesiin?? ”

Bekledim efenim, yazmak için en doğru zamanı gösterecek o kutsal emareyi bekledim. Nihayet o mucivezi, muzicevi, muci.. ( aman bee her ne haltsa ) aktivatörün yoğun bir ışık huzmesi arasından evimizin salonuna ay gibi doğmasıyla birlikte bloğa bir “ hayırlı olsun ” ziyaretinin zamanının geldiği kanısına vardım. Ve işte şimdi her şeyi başlatan o ilahi alameti sizinle de paylaşıyorum :



Birkaç saat önce cnbc e de gösterilen Ondskan filminin oyuncularından Andreas Wilson'a ait bu sıfat, evde “ bu birine benziyo ama kime ” merkezli bir tartışma başlatmış ve vardığımız “ Harun ! ” cevabıyla birlikte anahatlarıyla ;

- mor ve ötesi…
- ıhlamur…
- konuşkanlar şeysi…
- hazır ist.dayken bişeler yazmalı
- o deil de akşamki tortelliniden kalmış mıdır acep
gidip baksam … ben yemessem cihan yiicek, ben önce davraniim, ben yiyim
- olmass… blog yaz, kitap oku ve uyu
- çıkıp dondurma da alabilirim aslında
- haaaayır, önce yaz, sonra uyu
- mmmh starloli
- uyku… biraz uyku…. bütün isteğin buyduuu….
- ama starlolii.. çileek…
- hı ?
- starlolii, starloliii, starloliiiiiieee !!!!!!

( burda cihangir’ de bir ev’de nin batu sunun voinnk voinkk diyerekten girdiği trans hallerini hatırlatırım ! )

şeklinde gelişen bir iç dialog başlatıp, priss hanım’ın bilinçsiz bir mutluluk sarhoşluğu içinde starloli'ye doyduğu an ile birazdan kendinden geçip sızacağı an arasında kendini zorlayıp 2 çift kelam yazabilmesine neden olmuştur. Buradan 15 sn içinde beni Harun dan başlatıp starloli noktasına getirebilen içsesime şükranlarımı sunar, davete nihayet icabet edebilmenin verdiği gönül rahatlığıyla huzurlarınızdan çekilirim.

...gelecekten telefon açıp karşı komşularını bir televizyon sehpasıyla öldürdüklerini haber veriyorlar. eve dönüp soyulan yüz maskeleri yapıyorlar, bunu şu an kirli olan yüzlerinden anlıyoruz. bahçelerinden limon ve nane toplayıp yoldan geçenlere dağıtıyorlar. çocuklara tükürüklü ekmek veriyorlar, tığlarını parmaklarına batırıyorlar, pencerelerine gazete asıyorlar. kaldırımda halı dövüp tozlarını içlerine çekiyorlar, çünkü şimdi içlerinden biri uzun uzun öksürdü. bunu, gecenin içinde bir kendini belli etme eylemi olarak kabul edemeyeceğim; çünkü birini öldürdüysen, sen bir eksilmişsindir.

bugün 16 temmuz pazartesi ve bugünü tegan and sara 'dan missing you dinleme günü ilan ediyorum blog arkadaşlarım.abartmaya gerek yok tüm gün dinlemiycez belki ama bir kere dinlesek güzel olur. eğer yoksa hemen linkini de koyarım, o kadar kıyak yapar fahriye ablanız size. öptüm.
Tegan and Sara - Missing you

Biri...

...beyaz bir ayağın başrolünü oynadığı bir kısa film senaryosu döktürsün şuracığa. Biri derken içten içe hepinizi kastediyorum, istatistik yapma planlarım var :)

Rüya.

Rüyamda anne adlı tanımadığım bir kadın sokakta kimliğimi çaldı.

Sene başından beri 3. rüyam. Diğer ikisi gerçekleşince bunu da not etmem gerekir sanırım.

kinetix

ayak kokusunun kedilerin ilgisini çeken bi yanı var. ayrıca utanmasalar, çıkabilseler koltukaltıma da yapışıcaklar diye düşünüyorum. piano magic'in part-monster albümü işten yeni gelince dinlenmemeliymiş. ve insan bu albmün dinlenmemesi gereken şu anda bir kap sıcak yemek istermiş önünde. bazı insanlar inanılmaz fedakarmış. kalp yetmezliği kolları uyuşturabilirmiş, sigarayı bu yüzden bırakmak gerekirmiş. kızkardeşim denizde yüzüyormuş her gün, hande burayı okuyormuş. nestlé pure life sundu.

zıbar.

herkes burda. odanın içi nedense çok kalabalık. bense baştan kokan bir balık. barok balığı olmak kötü bir şey. telefonlar susmuyorlar, herkes beni gidiyorsun psikolojisine sokmak için o kadar çabaladı ki sonunda ben de girdim. susuyorum ve insanları dinliyorum teker teker. yolcu etmeyi ne kadar da çok seviyor halkımız? askere giderken, harbe giderken, okula giderken, ayrılırken...

babam da seviyor beni herhalde, bir şımartılma dönemi söz konusu. "oğlum eve bilmediğimiz adamları alma" ve yanında boynu bükük bir "peki baba...". birazdan da yemeğe çıkarılıyorum. kim bilir nereye? kim bilir ne konuşmaya gideceğiz...

amon tobin'li günler ve de bu güzel aslında. paladin'in holy yeteneklerini silmeyi düşünüyorum. troll mage ile de birlikte olmanın hayalini kuruyorum. bir insan aynı anda kaç fantastik karaktere karşı güçlü duygular hissedebilir? allahtan onlarla uzun süredir seviyeli ir ilişkim var da kurtarıyorum. iyi insanlar ya sanal alem dwelling'leri.

keep your distance yazıyor burdaki çalan şarkının adı oymuş. bana inat çalıyor di mi böyle şeyler hep. coğrafi olarak çoğu insana mesafemi azaltmak, ruhani olarak da mesafemi koymak istiyorum. çözüm. glorafin 250 mg. çünkü oradaki sesler anda via diye bağırırken akıp gidiyor tüm kötülükler içimden.

sabah kalk. yanında para bul. acaba rentboy mu oldum ben diye düşün. bu parayı kim bıraktı diye düşün. parayı al. alışverişe git. jambon al. jambonu ye. ekmekle. rutininde bile çok atraksiyonelsin diyen bir arkadaşımla konuş. bu arada markete gitmeden önce, markette ve marketten sonra olmak suretiyle elinde cep telefonu mıdır mıdır konuş. hayatımı istila ettiler sanırım. ama güzel. gelsinler.

sabah kalk. bilgisayara bak. bir yazılar gör. "ama bu işte büyüdü büyüdü büyüdü, kendi kendine geçmiyor, hayranlığım giderek peak değerini vurdu ve kırdı" yazılarını anlama.

sabah kalk. bana kek getirmedin diye kızsınlar.

sabah kalk... ya da kalkma be ne kalkıyorsun sabahları. zıbar.

labels

labelların etiket yani sonsuza gitme hadisesi boy göstermeye başladı. herkes bugün konuşsa ve her konuşmaya on etiket yapıştırsa bittik. ama olsun bu da bizim çocuğumuzun gelişimini seyretmek gibi bir şey olmalı. bakalım bundan on sene sonra kaç milyon etiket olcak? belki türkçeye yeni kelimeler bile katarız. öptüm.
______________________________

bu bir serzeniş yazısı değildir şirin şirin yazılmıştır a ben pepinot oldum. bilen bilir.

dp ve chp naçizane keyiflenme alanlarımız olan deviantart, last.fm ve youtube'dan çekilsin! hayır hiçbişi diilse bile, bildiğin sosyal kuşatma altına girip ambale oluyo genç beyinler. tamam isviçreli bilim adamları youtube aptallaştırıyor dedi, biliyorum, ama o kadar da değil be kardeşim. oldu olucak parti şarkılarınızı last.fm'de "skroplatın". hatta grup açın, seçim anketleriniz daha bi doğru olur en azından. deviant'ta zaten gençparti diye account var, resim koyun demiyorum bile.

ibrahim tatlıses'ten de ne güzel "kadın(?!) ve aileden sorumlu bakan" olur ha...

başka birisine hediye edilen şarkıyı çaldım ...


aşk tribine bağladım...

mini hipnoz köşesine bakarsak da görebiliriz ki, şirin şeker suskun bir çocuk...
gelip...
kendine aşık edebiliyor sizi.

anlamıyorum.
benim hediyem olacakmış.

brandon da istediğim uzuvlarını paketlerle yollacakmış...

o benim 2 aylık ilişkilerimden olmayacakmış...

beni seviyormuş.

her zaman aklındaymışım.

yanındayken öpemiyormuş, yanındayken sarılamıyor.

duyguları dışarısına yansıtarak yaşamak yani exofeel ( exosentir )
ve de benim içimdeki kaos yani endochaos ( endochaos )

tetraexquis : dört dalda birden tatlı olabilenin sıfatı
amant: sevgili

tetraexquis amant exosens-tu mon endochaos ?

bilmiyor.

izmir'de, pembemsi bir mor renkte olan odamda yatak pencerenin önündeydi. annemin özenerek seçtiği perde sabahları rüzgarla hareketlenerek yüzümü gıdıklardı, yine de öğlen sıcağına dek uyanmazdım. uyandığımda çalan müzik her ne olursa olsun gülümsetmeyi başarırdı beni; perdenin hareketi, duvarların kokusu, içeriye dolan müzik virtual bir mutluluk oyununun simülakrları gibiydi. tembellik sınırlarını aşan bir biçimde gözlerim açık yatmaya devam ederdim. akşamüstü olurdu, içeriden zeytinyağlı dolmanın kokusu gelirdi, anneme bi paket 2001 almaya çıkardım.

keşke şu yaz ortasında "benim" diyebileceğim bir odam olsa. miyet, hoşgeldin. bu da 2. hediyen. (1.si brandonmolly'de, sanırım görmedin, ilk comment hediyesi, bi bak derim :) )

s'hey XXXXXXXXXXXX
fransız sokağında gidebileceğim bi yer açıldı sonunda negsel XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
bar programı yapıp para mı kazansam düşünceleri XXXXXXXXXXXXXXXXX
tuhaffiye hanımın ilk entrisini kıskanmak XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
bu kadar da olmaz canım! demek XXXXXXXXXXXXXXXXX/
tuhaffiye'yi çocuğumun fahriye teyzesi ilan etmek XXXXXXXXXXXXXX
hem de molly'nin onayını almadan XXXXXXXXXXXX
tuhaffiye'nin ilk post hediyesi XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

asi

bugün konuşanlar bugün konuşanlardır , yarın konuşanlar ise yarın konuşacaklar. dün konuşanlarsa konuştular ve bitti. bugüne bak diyor bu blog. geçmişte sıkışıp kalma hayalperest olup anı mahvetme. ne demiş şair yaşandı bitti saygısızca aldatmanın tadına varınca. en sevdiğim klip o. bi gün bi motosikletim olucak ve arkama sevgilimi oturtucam. birim!

(merhaba ben geldim yazısı)

Benim gibi kararsızlar için bir küçük robot olmalı, böyle nerede akşam yemeği yesek sorusunun cevabı olarak böyle bir sürü ilginç şey önermeli, sonra kendi kararsızlığım yerine robotu suçlarım ne güzel.

Nouvelle Vague'ın La Petite Fille De La Mer (Ft. Vangelis)'ini dinliyorum, çok böyle yatağa kıvrılıp, dışarıyı seyredesim, birşey yapmayasım geldi.

rır.

Sabah öğlene karıştı misali...

Babam evden gitsin ben bu evde parti yapıcam misali...

Herkesi bu evden kovmak istiyorum...

Alper gelsin istiyorum...

Yine kalp atışları, ben gidince beni unutacak di mi?

Ben de brükselli adamlarla olacağım di mi?

Tanrım, sonra Fransa'da okuyamayıp geri dönücem di mi buralara?

Sonra evimde dantel örebilirim...

Öğrenmem lazım önce.

Ev günün yüzde sekseni boş.
Dolayısıyla ben de boş.

Ne yapacaığımı bilmeden kendimi dışarıya atayım mı yine?

Nerelerde kalacağımı umursamadan?

insanlara güveneyim mi yine?

favori bir tabirle: sikerler.

... kaçışganlar.

bi mogwai, iki mono, azıcık da piano magic ne uyku bırakır ne beden uyuşukluğu!

kahvenin yanında servis ediniz.

enerjisiz bırakan rüyalar XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
işe geç kalma korkusu XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
sabah sabah şunu yazmak XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
mor ve ötesi "cücük sevgilim"in rifflerini mono'nun "16.12"sinden çalmış delicesine XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/

gecesizler.

—Helena, where is life?
—I just can’t tell, it’s some where around here… but as it is already dark and blurry all around this place, I just can’t tell…
—Helena, will these wounds recover?
—I don’t doubt that but you should get your sleep first…

It was all that easy for me to discover what really was hidden beneath those layers of life: just go and ask Helena. Get straightforward answers from her. Go to bed. Forget those answers as you sleep. The next thing I know, it was always the morning that followed my night. Was it the same for you? But I doubt that it is the same way for everyone in this world. At least… for Helena… things were different. Time as a matter of fact never did touch her skin once. As the ones got old and as things changed, Helena just remained. Intact. She was unbelievably alive within me. I ain’t no dreamer, nor do I have some ghost haunting me at nights. Helena is just there. Giving straightforward answers. Telling me to go to bed.

—And Helena?
—Yes…
—Will you go away?
—I will remain my child.

erittin beni nurettin! falan oldum yani. emine beder halt etmiş yanında vallahi. başarılarının devamını diler, bonus olaraktan 4. ödül parçanızı buraya embed gömbed ederim.

Yeaps!

Pınar ve kasesüt aramıza katıldı an itibariylen. Ben buna bi küçük kutu pınar süt (valla kinaye diil) açarım işte!

funkstörung XXXXXXXXXXX/
kentucky'den gelen herhangi bir şeyin çabuk bitmesi, doyulmaması, tatmin olunmaması da cabası XXXXXXXXX
kaysı XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

bu überdoğal tarifimizle sevgilimizin libidinal hayatına bir darbe indirmeyi ve de gece boyunca enerji sıkıntısı çekmemesini hedefleyeceğiz. Macar makarnasının macar adını aldığı dönemde balkan penisinin teferruatlı bir araştırması yapılmış ve de boyutu doğrultusunda macar adı koyulması öngörülmüştür. Bunu ilk yapan aşçının gey olmasından bolca şüphe edilmektedir. Saray efkanının özel hayatı ne yazık ki sözlü tarih boyutunda kalarak günümüze gelememiştir. Macar makarnasının sosu özellikli olarak hazırlanırken izlemeniz gereken yöntemler önceden denenmelidir. Tehlikeli olabilir.

Makarnamızı kabaca bir tencerede su içine atmak suretiyle elleyerek alırız, yavaşçana büyü yapıyormuş gibi suyun içine koyarız o sırada da su zaten pkur pkur sesleri çıkarmaya başlamıştır. sfissss diye bir makarna giriş, penetrasyon sesi gelmesi lazımdır. kaynamaya yüz tutan makarnacıklar hazır olduklarının işaretini bize verirler. ama asla bilemeyiz. ellemek zorundayız. kaynayan suyun içine elinizi batırmak suretiyle serbest makarna kümesini avcunuzun içinde sıkıştırın. eğer makarnalar ruhunu teslim edercesine 360 farklı yöne parçalanırsa gerekli kıvama gelmişler demektir. o zaman avcunuzu alın, lavaboya götürün, makarna kalıntılarını şlaşş sesiyle temizleyin. temizlenen avucu alın, lazım olacak çünkü sonrasında. süzgeç denilen marslıların bize miras bıraktığı ilginç edevatı alın. metal olanlarına uzun süre bakmayın ve göz teması kurmayın. beyninizi yıkayabilirler. süzme işlemine geçmeden önce marslı rahiplerin nee hu mana ped hom duasını okuyarak süzgecin ilahi gücünü açığa çıkarın. makarna o sırada ateşin üstünde durmasın bir zahmet, yoksa balçık formatına gelir. mutfakta ilahi okurken çıkan ışıklar çevrenizdekileri rahatsız edebilir, o yüzden perdeleri de kapatın. aman neyse bana ne isterseniz elaleme rezil olun. süzgecin ilahi gücü aktive edildikten sonra makarna-su heterojen süspansiyonunu yavaşça süzgecin içine boşaltın. burada duyulması gereken ses şlaşş ve pkıııh arası bir sestir, buhar da aynı şekilde yüzünüze vursa iyi eder. ( bedava steam bath olur kötü mü, pore'larınız temizlensin. ) Makarnaların mars enerjisinden kurtulması için üstlerine soğuk su tutmanız gerekir. sonrasında ise boş kalan tencereye yönelmelisiniz.

yağ maddesini atın. ocağın üstüne tencereyi koyduktan sonra yağ maddesini tencerenin içine atın. fındıkları alarak bır poşedin içine sıkıştırın. bu poşedin içindeki fındıkları, el, bacak, kol uzuvlarını kullanarak bir güzel taneli hale getirin. rendeye ya da havana atmamanız önemlidir. yoksa partikül boyutunda fındığın tadını kimse almaz. bir paket doritos peynirli cipsi pakedi açmamak suretiyle ezin. kırıntıları fındık-yağ karışımının üstüne koyun. bundan sonra ise çeşitli tuz, agav tozu, sigara külü tarzı baharatları ekleyin. soğanları soyun, ağlamayın! ağlamadan soyun, yoksa makarnanın etkisinin içine duygusallık girer. soğanları alter tencerede yağla kavurun. pembeleşmesinler! pembeleşirlerse makarna çok sissy olur. kahverengileşsinler tercihen. aman aklınız çok karışıyorsa falan böyle bütün malzemeleri alın, 3 ayrı yerde bulunan makarna etc. etc. hepsini bir yerde buluşturun. voilaaaaa!

son aşamada sevdiceğiniz mutfağa girdiğinde, tezgahın üstünde bacak bacak üste atmış bir pozisyonda elinizde bir tabak ve yanınızda bir şarap karşılayın. öpücük versin o da.

açık davetler XXXXXXXXXXXXXX
heycan XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
can sıkıntısının adamı sürükleyebileceği yerler XXXXXXXXXXXXXX/
Bedük XXXXXXXXXXXXX
bazooka votka şişesinin güzelliği XXXXXXXXXXXXX
kentucky fried chicken ve bekleme süreleri XXXXXXXXXXXX/

hadi bakalım.

bir de, ilk gelen uydurma yemek tarifi yazacak. ona göre.

Bugün Konuşanlar, tarihçe olarak, zamanında açık olan Mor ve Ötesi Forumu üyelerinden Ihlamur'un açtığı, insanları, müzikleri, kitapları, filmleri, duyguları, olayları, şeyleri bir ilkokul ikinci sınıf öğrencisi, sınıf başkanı edasıyla çarpılama amacını güden bir başlıktı. Zamanla forumun en çok yazıya sahip olan, en uzun başlığı oldu, evrildi, güzel güzel gazeller, saçmalamalar, beyin fırtınaları barındırdı bünyesinde. Altın çağındayken kötü bir sürpriz oldu ve forum kapandı. Bu güzel başlığın tarafımdan özlenmesi üzerine, aynı alan blogosferde yaratıldı.

Yapılan şey çok basit: Akla gelen herhangi bir şeyi, usturuplu usturupsuz yayınlamak. Elbette belirli bir izlerlik gözetilmesini istiyoruz. Yine de içerik olarak sakınımsız davranıyoruz. Politik, dinsel, cinsel konular, herhangi bir yerde dışlanacağının aksine burada kendilerine yer bulabiliyorlar. Biçim olarak öykü, şiir, makale gibi yazılar dışarıda kalıyor, evet, ama bu kesinlikle konmaması gerektiği anlamına gelmiyor. Edebi parçalanmaların yapıştırıldığı, net aşklarının patladığı, sıcak dostlukların kurulduğu, hayatın anlamının arandığı, bilmemneyaparkendinlenecekşarkılar listelerinin zırvalandığı vs bir sayfa olmadığı belli olsun, ama ille de forumsal ille de kollektif olsun diye böyle bir sınırlama kondu, müfredatta yok denerek. Bir web-zine olması istenmiyor yani.

Belirli bir biçim takip edilmese de, blog'daki gelenek öncelikli olarak çarpılamaca üzerinden gidiyor; daha önce de söylediğimiz gibi, "sürüm sürüm sürünsün" istediğimiz, ayılıp bayıldığımız ya da "seni allaaa havale ediyorum" dediğimiz her şeyi tahtaya itinayla yazıyor, yanına hak ettiği çarpıyı konduruyoruz. Huzursuz sınıfımızda bunun yanı sıra sınavlar da mevcut; sevgili örtmenlerimiz sınıfımızın bilgisini görgüsünü fikrini anlamak, öğrenmek, ölçmek için ipe sapa gelmez sınav soruları hazırlamakta veyahut ödevler, makale konuları vermektedirler. Puantiye sistemimiz de eksik değildir, mamafih örtmenlerimiz, geçinemedikleri maaşların ağırlığı altında eziledururken bu kısmı biraz savsaklamaktadırlar.

Müfredat ise bizzatihi saçmalamak yoluna girdiğinden yazının sonuna geliyoruz; özetle burda ağzımıza geleni söylemek istiyoruz, bir yandan da ellere cetvel atıyor, şakaklardan saç çekiyoruz. Saçmalamanın hakiki fikirlere ulaştıracağını düşünüyoruz tüm insanlığı ve mevzubahis tüm insanlığı gerek yorumlarıyla, gerek takipleriyle böylesi bir paylaşıma bekliyoruz; plüs, çocuğunu yazdırmak isteyen de altı adet vesikalık fotoğraf, ikamet kağıdı , dürüst bir mail adresi ve halihazırda bir ödev konusu ile yorum yapıyor, okul müdürümüz de icabına bakıyor.

Yaşasın okulumuz! XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX



01.06.2008 - Üç Buçukuncu Eğitim-Öğretim Dönemi Müfredatı


 

Bugün Konuşanlar | Kollektif Beyin Boşaltma Saçmalama Saçmalatma Çarpma Çarpılma Çarpılama Alanı | 2007-2009 | Tüm Hakları Çamaşır Dolabının Çorap Çekmecesinde Saklıdır