masal

ben,sümüklü x kişisi,gökten kar yerine yağmasını dileyeceğim şey ve içimin soğuğu yürüyorduk.gökten kar yerine yağmasına dileyeceğim şey peçete oldu,gökten peçete yağdı,sümüklü x kişisi burnunu sildi,bunu görünce x kişisi 'sümüklü' sıfatından sıyrıldı ve bana sarıldı,bana sarıldığını gören içimin soğukluğu ise belirtili isim tamlamamda tamlayanını havaya bıraktı,bir başkasının içinin soğukluğu olsun diye.iç ve sıcaklık olarak kaldı ikimizin arasında.
sonra;
gökten 2 selpak daha düştü birisi burnunu temizleyen x kişisine,diğeri de sarıp sarmalanmasınn getirdiği o sıcakla burnu akmaya başlayan bana.

Merhaba
Ben eksikli gedikli kalmayayım dedim. Birkaç günlük gecikmeyle hem kış ödevimi hem de emre baydın eleştirisi üzerine dşüncelerimi bu penbo yappraklı html kodu vasıtesiylen dökülmek ve en avam yerlerimden en kandıralı en kumkapılı yanımı coşturtup konuşturmak isterim beyaw.
Velakin nerde bizde o kangal gibi sucuk ki delikanlılaşmanın kitabına yeni maddeler ekleyebilitemiz geniş olsun. İşbu sebeple bu geceki gevşemiş cıvatalarımı önce teker teker cıkartıp, sonra yeniden sıkıştırmak suretiyle uzaylı bir filme başlamadan önce yazayım diyorum. Diyorum demesine ama an olmuyor ki giriş bölümü yakamı bıraksın gelişme kısmına geçebileyim ULAN!

Yes it is. "Espri yapmak kadına yakışmıyor "diyen, diyebilen sevdiceğime burdan selam ediyorum nasılsa okumuyodur benim yazıları sevmez o. Altmış milyon şu anda sizi izliyor psikolojisinin uzantısı sayarsak konudan cok da uzak düşmeyeceğimiz bir olgu da işte budur: hazır gözler önündeyken burdan teyzeme, halama, büyük ablama, küçük yengeme, amcama, feyzaya meeraaağba-el sallama jestine eşlik eden gülücüğümü de esirgemeden Merhaba. Naber?

Ödevime dan diye geçiyorum: KIŞ
Kışı seviyorum. Çünkü en sevdiğim mevsim kıştır. Kış bir gelse hiç gitmese pek şikayet edecek değilim. Kış, demesi çok zevkli ve kış tek anlamlıdır, öyle yaz gibi hem embede hem gömbede gelesi ikircikli değildir, yuniktir ve yün sever. Bahar gibi ilki, sonu, ortası yoktur. Kış kendince gelir, kendince gider. Kış diyince kimse sofoklesi düşünmez. Kış gelince Sofoklesi düşüncek insan anasının karnından doğmadı doğamaz. Kış gelince Sofoklesi düşünüyorum diyen varsa bilsin ki şimdiye kadar düşünmemişti bundan sonra düşündüğünde istemsizce gülümseyecektir. İşte kelimeler insanın dinini imanını böyle gevretir. Gvremiş din imandan da hayır gelmez. Susmak işbu vesileyle altındır. Konuştuğunda güzel söz söyleyebilmek te filhakika güç incelikli bir sanattır. Komiklerin dilinde bir takım kas kasılmalarına, yağ titremelerine sebebiyet veren gahgahgah nidası kışın yanında ne kadar da yazdır mevsimsel bağlamda. Oysa bağlamımız soğuk yüzlüdür, Güneş bile desturla parlar. İki güneş olaydı sırayla kendine gelirdi. Zeminimiz kaygan, donuk, ve tüm bunlara rağmen son derece neşeli ve sevimlidir, kar yağar dal sarkar kartal kalkar. Harekette bereket var sözü postmodern çağda ne denli tüketim kokasıdır. Halbuki kardaki hareket usul usuldur, sessizliğin sesi varsa şüphesiz bu kar sesidir. Daha da cok söylerim büyüdüğüm yerde kar masallardakinden kat kat güzel, çünkü gerçekti. ühü.
Şimdik canım sigara çekti. Emre Baydın hakkında da konuşçam bilahare, önce kendisinin düldül sesini dinlimem lazım.
Baybay.

Boğaziçi Üniversitesi...
Uçaksavar Yurdu....
Kat 4...
Mini board...
Halihazırda sarhoş bir anda permanent marker'la yapılan bugün konuşanlar reklamına ek olarak... Buyrun burdan yakın.



Ey dava kardeşlerim!

Bugün Konuşanlar ekibi olarak, sevgili Kaan Ilgaz'ın parmak bastığı yurdumuzun kanayan yarasına duyarlı olmaya davet ediyorum sizi!

Biz ki saçmalığın ne sınırlarına gittik de döndük...
Biz ki ne durumlara ne laflar yetiştirdik...
Biz ki ne kadar sitindirik hallere düştük de melodramın yapışkan dünyasından hep kaçındık...

Bugün bir Emre Baydın gelip, bizi ve bizim gibi daha pek çok genci rahatsız ediyor, anksiyeteye sürüklüyor, staminasını emiyorsa, buna karşı elbet yapılabilecek bir şeyler vardır.

Siz zeki ve acar sınıf başkanlarını, toplumu Emre Baydın'a karşı bilinçlendirme konusunda görevlendiriyorum. Bu basit bir ödev, sınav, assignment değil, evrensel bir sorumluluk, hatta categorical imperative'in getirdiği bir zorunluluktur.

Bu günden itibaren, hepinizin karikatür, permanent marker, stencil, çıkartma, post-it, bantla yapıştırılmış kağıt gibi araçlar kullanarak Emre Baydın'a karşı karalama hareketinde bulunmasını rica ediyorum. Sizin de ruhunuz bu illetten yeterince örselendiyse, vicdanınızı dinleyin ve yapın! Hatta fotoğrafını çekip burada da belgeleyin. Bir Naro, bir %52 kendini nasıl var etti sanıyorsunuz.

MÜZİK ŞİRKETLERİNE VE KRAL TV'YE (Kİ TMSF FALAN OLDUM) KARŞI SİVİL İTAATSİZLİK! DÜN TORAMANDI BUGÜN EMRE BAYDIN, YARIN NE OLACAK KİM BİLİR?!

Tanrı sokakları korusun...

emre Baydın

Yaratıcılık sıfır bir kere!
Bütün külliyat şu minval üzerine seyrediyor:
Kızın biri emre'yi terketmiş, giderken de "Adam mısın ulan sen?" diye bir soru sormuş. (Kız bu soruyla hepimiz hayatını kararttı ama muhtemelen bunun farkında bile değil, bir yerlerde şişiniyordur şimdi. Yeni sevgilisine, "Bak emre bu şarkıları bana yazdı" demese bari, bi emre baydın vakasına daha hazır değil toplum.) Dinlerken dikkat kesilmenize bile gerek yok, bu konuya ilişkin sözler gelip sizi buluyor zaten; en az 3 şarkıda bu temayı doğrudan kullanan sözler mevcut.

Sonra dili de çok beter. Bir formül tutmuş ya, hepiniz kullanın anasını satayım: Teomanvari benzetmeler nasıl olsa tüm liseli genç kızlar arasında yankı buluyor. (Ama orijin ne oldu? En son, istasyon insanlarında kasıldı kaldı. Demek ki papaz her zaman pilav yemiyormuş!)
"3 ayaklı sandalye..." (desteğini/dayanağını yitirmiş birey) ya da "yasal acılar..." (muhtemelen yasal ilişki olan evliliğin bitimiyle gelen acı) ve benzerleri... Yapma emre, 2 sene sonra sen bile güleceksin bu sözlere. Bari bizi yakma!

Hayır içerik berbat, bari biçim onu örtse!
Adam, "Donald Duck'ın yeğenleri" familyasından gelen, gayet cılız ve "ekosuz olduğunda kulak tırmalayan" bir ses rengine sahip. E bu ısrar neden? (Adı sanı bilinmeyen, kendi şarkılarını sahnede söylemekten aciz Pinhani'nin, daha ilk albümde tüm pahalı stüdyo müzisyenlerini yanında bulması nedense, bu da ondan aslında! Bir takım plak şirketi açgözlülüğü!)

Bu yazıya ilham veren de bu biçimsel eksiklik aslında.

B E N B U A D A M I N T Ü R K Ç E S İ N D E N H İ Ç B İ R Ş E Y A N L A M I Y O R U M !!!

Kulak kesiliyorum, ama bana mısın demiyor!
Belki bir gün özlersin imiş adı, bok varmış gibi her yerde çalıyor. Nakaratı dinle! Anlıyorsan ellerinden öperim, yemin ediyorum ki ben anlamıyorum. Az önce inadı bıraktım ve yazının bilimsel bir yaklaşımı olması pahasına gidip sözlere baktım.

Önce ben ne anladım:
"Sil gihözünün yıhalnızlıklarınıııı
O'an fısıl dıhıyaharaaahadımııı"

Yemin ediyorum ki anladığım şeyi ancak böyle ifade edebilirim. Oysa doğrusu şuymuş:
"Sil gözünün yalnızlıklarını
O an fısılda duvarlara adımı."

Ya bildiğim tek bir şey var: Müzik dedikleri şey kesinlikle bu değil. Çok mustarip isen kuyruk acılarından, bir bara git canım kardeşim. Biranı mı içersin, yoksa "yasal acılarından sessiz harfler mi seçersin" o seni ilgilendirir. Ama bir toplumda yaşamanın belli başlı kuralları var, başkalarını rahatsız etmemek gerek. Rica ediyorum.

Bunları komiklik olsun diye yazmıyorum, anlam veremediğim şeyler beni delirtiyor, bu yüzden yazıyorum. Öyle ya, kötü şarkı sözüne ihtiyacımız yok, çok şükür ki Aysel Gürel hala hayatta. E kötü vokale de ihtiyacımız yok, Ferdi Tayfur olsun, Ajdar olsun, Hülya Avşar olsun hala aktif olarak sanat icra ediyorlar. E ne ki bu şimdi? "Çok rahatsızsan dinleme kardeşim" biçimli "Ya sev ya terket" tepkilerine cevabım: "Her yerde çalıyor yahu, kurtulmak ne mümkün?!?"
Sonra, "İyi olmasa her yerde çalar mı?" diyenlere de bir cevabım var: "Popülizm kimseye fayda sağlamaz saçmalamayın! Ayrıca öne sürdüğünüz mantık Ajdar, Müslüm Gürses ve benzeri işkenceleri de rasyonalize ediyor. Kendi ellerinizle canavar yaratmayı bırakın!"

Çözüm önerim şu:

1- Öncelikle meclisin en duyarlı adamını oylarınızla tespit edelim.
2- Adam mısın ulan sen? sorusunun gizli nesnesi olan kızı bulalım. (facebookta kesin vardır. bir yerlerde ilkokul okuduysa bulmamız an meselesi)
3- 1 milyon imza kampanyalarından yapalım bir tane, web adresi de benden olsun!
4- Gerisini anladınız siz!

Lütfen ya, dayanamıyorum!

bir gün yolda yürüyordum,hava soğuktu beynim ve nefes borum donmuştu,burnum da sümükle dolmuştu ve ben akmasın diye-çünkü yanımda peçete bulundurma özürlüsüyüm- yukarı bakmaya çalışıyordum ,tam artistlik yapıp kalbim acıdı diyecekken bu çok sevgili koduğum arnavut kaldırımları ile döşeli maltepe yolu üzerinde ayağımı sivrilmiş taşlardan birine çarptım hem ayakkabımın şekli kaydı hem de kalbim yerine benim o serçe parmağım acıdı.ne tesadüf değil mi?
evet benim kışım bol mandalinalı,iş çıkışına denk gelinen zamanları bol stresli,telaşlı,egzos kokulu,dumanlı,isli olacak,atkının altına gömüldüğünde ısınan burnun ve yanakların kafanı kaldırdığında soğukla çarpışacak işte o ilk saniye var ya çok şık bir şey ,ama sonrası için zorlamayacaksın tekrar o sığınağa geri döneceksin.
benim için bir çok şeyin anahtarı olan o havada asılı kalmış koku haricindeki hiçbir olay,durum,eşya,bokpüsür benim kışım oluşlarını katmerleyemez ya da baltalayamaz.
bu bağlamda sümüklü x kişisi,gökten yağmasına izin verdiğim şey ve içimi ısıtması muhtemel olacak şeyler de çoktan seçmelim,liselim,al yazmalım arasına giremeyerek eleniyor.

kış

tanımadık adreslerde tanımadık adamlar bulup birlikte tanımadık uykulara uyanmanın, ölmenin ve öldürmenin, bakır düğmeleri ipek iliklerden ayırmanın, bir katlin kirini bir diğeriyle yıkayıp paklamanın, asfaltta yağmurdan kaçarken kaldırımda herhangi bir tipiye tutulmanın en kolay olduğu, en çok yakıştığı mevsim. çok şık. bazen çok şıklı.


……………………………………………………………

4 ocak 2002 Cuma

Sabah 1 ders işledik sonra okul tatil edildi. Manyak bi kar yağdı, felaketti yaaa… servisçi öküzü yüzünden günüm rezil oldu. B.k suratlı beyinsiz herif ne zinciri vardı ne de yolu biliyodu… bi de eve bırakmadı E5 te indirdi tüm yolu yürüdüm. mçım dondu. neyse sinemaya da gidemedik, şuan ruh halim bombok ! ... nefret ediyom yine herşeyden

……………………………………………………………

sevgili brandon kendi vizesini b.k ettiği gibi benimkinin de içine mcmış bulunuyo, kendisine burdan içten teşekkürlerimi sunuyorum… Şöyle ki , burdaki yazıları rss bıdısından itinayla takip ederim, başlık ilgimi çekerse açar bakarım hatta.. ama yüzeysel ve sıkılgan bi insan olduğumdan ilk bikaç cümlesini okur, sarmassa derhal kapatır kaçarım siteden. Bi saat önce fln da ertesi günün vizesi için kopya sanatının en üstün ve modern eserlerinden biri üzerinde bilgisayarda çalışırken bi bakiim ödevini yapan olmuş mu deme gafletinde bulundum ve ahh lanet olsun ki açıp bi de utanmadan hoşlaşıp sonuna kadar okudum !!! bi de kış… hiç de hazzetmediim bi ay… ama artık erken mi bunuyorum nedir, geçmişe dair ne hatırlasam hislenip eski defterleri notları fotoorafları fln karıştırmaya başlıyorum… -tmm daaa ödevin ana konusuna da gelicem bi ara.. girişleri hep uzun tutarım huyum kurusun -

nese efenim işte “kendi kışım ? ” die sn lik bi düşününce yine aynı imge geldi aklıma, daha doğrusu bu yukardaki yazının yazıldığı gün ve onun akşamında o deftere bişiii dinlerken çizdiğim bişi… hemen bi flaşbek giriyorum ; 4 ocak günü akşamı, odamda radiohead- how to disappear completely dinliyorum ve o zmnlar kutsal sayıp geceleri üzerinde fln yattığım, toolete bile yanımda götürdüğüm, şuan ise hayatımda gördüğüm en saçma sayfa birikintisi diyebilceğim şeye , günlüğüme bişiiler karalıyorumdur. Ve çok gariptir ki “ Slm bok karı, nbr? Sıçarım senin aasına ! puhahaha ! ya da “ Kıs ! Dana ! Benim la, sahip ! haha =) diyerekten yazmaya başlamadığım, en yakın dostum ve anne&babam hakkında atıp tutmadığım, ben bu diyarda çok sıkılıyorum, tamam mı ? ya da esir miyim laaan ben ! Aalâla! Hayret bi olgu ! gibi fix kalıplarımı kullanmadığım, acınası aşk hayatımdaki gelişmelerden bahsetmediğim ( lüffen nası bi liseli ergen olduğumla ilgili çıkarımlara yeltenmeyiniz, zira ben o ben deilim şuandaaaaa…olmas.. hiç.. olmaaas.. yoncimik mi söylüyorum nan ben :S hass… bu parantez tez kapatıla ! ) ender günlerden biri olmuş… dışarıda yağan lapa lapa kar, Kid A in kar temalı muazzam albüm kapağı ve onun adamı sonsuz boşluklarda, yerçekiminden muaf, oradan oraya sürükleyen, kendini kaybettiren how TO disaPPear ComPetely şarkısı birleşip bünyede voltran etkisi yaratmış olucak ki ruhum bi yücelmiş, insansılaşmış, özümdeki yalnız, bunalımlı ergeni en saf haliyle beyaz kağıtlara çarpmış… Yanlış hatırlamıyosam gözlerim nemlenmiş bile olabilir ! Bakınız konuyu nasıl bağlayacağım…:

İŞTE KIŞ… BÖYLE YÜCE, Böyle GÜSEL BİŞEY ARKADAŞLAR…

Ee hadi bitti dağılın derdim ama bişe daha geldi aklıma… o aklıma gelince başka bişe daha… 3 cümlede hepsini anlatıp gitmek isterdim… sonra da kopyalarımın çıktısını alıp su şişeme yerleştirip gönül rahatlığıyla uyumak… ama yok anılarıma saygısızlık edemicem onları da part 2 de anlatırım…. Ya da anlatmam ki, ertesi gün de sınavım var… neyse hiç anlatmamaya karar verdim.. ama bu yazdıklarım muhallebi miydi ne ısmarlıyolardı ona yetmiyosa söyleyin bidaa yazcam… ya da sempati ödülü fln bişee yaratıp verin rica edicem akademik kariyerimi tehlikeye attım da yazdım bu satırları…

Son olarak, Sıkı giyinin de üşütmeyin kuzucuklarım...

Sevgilerimle…

Bi öneri: beşiktaş'da üstgeçidin altından karpuz kestane alıp yemeyen sınava giremesin mesela, yediğini de bi fotorafla kanıtlama şartı getirilsin ve fotoda iştahlı, mutlu ve donmuş görünmeyenler elimine edilsin. Rakiplerimin azalması için diosam namerdim… bi düşünün brendın hocam… ayrıca elimde olsa da çantanızı tepegözünüzü fln taşıyabilsem keşke…

İmza : bir aç…

Kış.
Hayatımın kışları.
Kış kış diye bir yansılama fiili de varken üstelik.

Önce sadece anneme örgü örmeyi öğretmesi konusundaki baskılarımla başlardı. Sonra annemle kömürlüğe odun taşımamızla devam ederdi. Bedenselliğimin arttığı mevsim; hem de bedenimi en az önemsediğim, en çok unuttuğum, en ulaşılmaz kıldığım mevsim olmasına rağmen. Bacaları seyrettiğim ve içimdeki hislere anlam veremediğim mevsim. Uykularımın garipleştiği. Çoğalan kabuslar. Çokça sınavlar. Annemin iyi olayım diye yaptığı bol vitaminli salataları. Yatağın serinliğinin hoşuma gittiği geceler. Kıbrıs Şehitleri'nde yürürken, caddenin girişindeki kuruyemişçinin kavurduğu leblebi kokusu. Yüz gram leblebi alıp caddede aheste aheste yürümem. Eldivenim olmadığından ellerimi hissetmemem. Havanın erken kararması, içimdeki sevinç. Akşamlara saklanmak. Okul çıkışı nargile konağına gidip ısınmak, nargile içmek, kitap okumak, Yıld'la teoloji tartışmak. Gibi bir şey. Sonra bir şekilde duyularımın keskinleşmesi. "It's in the water, baby". Kış, yaşanabilirliğini, zorluklarıyla birlikte getiriyor. Doğa seni hazırlıyor kendine. Rüzgar bileyliyor o duyuları. Evin soğukluğu sertleştiriyor. Ama soğuk havada kemiklerim ağrıyor, bileklerim kolay burkuluyor. Sonra zaten yeni şeyler eklendi. Yitimler eklendi mesela. Benim yaşadığım tüm kışlarda duygular yiter. Kalbin üşürken nasıl koruyabilirsin içindekileri? Yazın koynuna koyduğun o rahatlatıcı buzu nasıl taşımaya devam edersin? Yaz sıcağında başlayan aşklar kışa takılır. Kışı atlatabilen aşklar en fazla ölüme.

Benim kışlarım. Tekilliğin kışları. Tekinsizliğin kışları. Kar yağmıyor ama yürüdüğüm yolların buz tutmadığını kimse söyleyemez. Yine de güçlenir insan, hep buna inandım. Koyu mavi sabahların beni götüreceği belirli bir "destinasyon" ve "destin" var. "Bu sabahların bir anlamı olmalı." Yoksa bile, öyle düşünmek zorundayım.

Akşamların şehre erkenden indiği zamanlar boyunca.

_________

Bonus siktim, vizeye çalışmam gerekirken saatledir şunu yazmaya uğraşmam bile saçmalık. Ama bunu yazmasaydım, patlardı. Kendime de böyle açıklama yaparım.

Kış gelirken fırtınalar içten dışa eser bende.

İlk soğuk rüzgar tenimi kestiğinde bir önceki seneki dokunuşunu hatırlarım. Son selamında içimden geçenler birer birer gelir geçer içimden, rüzgarın kendisinden çok içimden geçenler titretir. Her mevsimde yaşanır bu, her farklı kokuyla ama kışın, sıcağın mayışıklığından çıkartan soğuk havanın keskinliğinden olsa gerek, her şey çok bi daha keskin adımlarla gelir. Son seferse çok sancılı geçti, kokular gelene kadar fark etmemiştim ki duyularım paslanmışlar, hepsini pandora'nın kutusu gibi bir kutuya tıkıp sadece o kutuyu hisseder etmişmişim kendimi, ayağımdaki görünmez bağ yüzünden. Bu sefer yıllar sonra ilk defa yürüyormuşçasına hem acımam hem coşmam ondan.

Bir soğuk bir sıcak bir soğuk bir sıcak derken kaynar sudan çıkarılıp buzlu su doldurulmuş gibi çatlayan başım, tenim, ellerimdir kışı selamlayan.

parmağı kesik eldivenler giymek, kat kat kumaşa bürünmek, sırılsıklam olmak, bir de ciğerlerinden çıkan her nefesi görebilmektir ki en önemli olan; ağzından çıkan bulutlar, kendinizden de saklayın bir sır vericem; sigarayı sevmemin de en sebebi o zaten...

dışı soğudukça içi kaynarcasına başını alıp gitmelerin, denizin köpüren dalgalarıyla yağmurla ıslanmanın mevsimi kış.

*kolay kolay tiskinmem ama en çok kardeşimin sümkürüğünden tiksinmem sanırım. tabi benim başım çatlarken o hönkürt hönkürt hönkürür, böyle de söylenerek karşılıklı hasta pasta geçiririz kışı biz...

*kar yağıcak, ama yağmıycaksa vişne reçeli yağmasını talep ediyorum, kırmızı kırmızı kan damlaları gibi, herkes yapış yapışlıktan şok içinde kaçışırken bitek ben sokak ortasınada kalayım, gülim onlara...

*şömine başında masal anlatmalıyız bence, iç ısınması için. (serbest çağrışım; şömine=karga, karga'da masal günleri mi yapsak, kahve-kanyak eşliğinde?)

*odam ıscacık efendim, beklerim bi çorbamızı içmeye... (aslında tam sıcak çikolata mevsimi de geliyor ama.)

. . .

tek hecelilerin arttığı mevsimdir kış.

kar gibi.

düşmeye başlar hece hece. nerden geldiklerini kestiremediğiniz birer mucize.

heceler yuvarlanırken bir şarkı arar insan, diline dolansın diye. yerli / yabancı bir tad.

yerlilerden ; http://www.youtube.com/watch?v=XtgwjX943TM (hmm.. tam aradığınız olabilir)

biraz uzaklara gitmek istediğinizde ise ; http://www.youtube.com/watch?v=mTDDyLoE3xY derde derman olabilir.



bugün konuşanlar yazarlarından su'nun bilogundaki kış yazısıyla kafamda uçuşan tilkilerle geldim size canlar. Sınavın belkemiğini bir kompozisyon oluşturacak yine; ancak sınavın bonus soruları da mevcut; bonuslarla girelim:

* hayatınızda kimin kırmızı burnundan akan smük tiksindirmez sizi?
* artık kar yağmadığına göre, kağın yerine yağabilecek bir şey yazınız.
* kışın içi de çok üşüyen varlıklar olarak, kendimizi nasıl ısıtabiliriz?
* eviniz yeterince ısınıyor mu? deeermişim.

Evet komposizsyon konusu, çok basit; "Kış nedir? Sizin kışınız nasıl bir şeydir?"

En beyenilene sahlep ısmarlicam.

Kış geliyor bağra çağra...

"Are you angry? Punch a pillow. Was that satisfying? Not hardly.
These days people are too angry for punching. What you might try is stabbing.
Take an old pillow and lay it on the front lawn.
Stab it with a big pointy knife. Again and again and again.
Stab hard enough for the point of the knife to go into the ground.
Stab until the pillow is gone and you are just stabbing the earth again and again,
as if you want to kill it for continuing to spin,
as if you are getting revenge for having to live on this planet day after day, alone."



*No One Belongs Here More Than You.

Merhaba..
Sizi sevebilir miyim?
ya da bi' sarılır mısınız bana?
olmadı bi' kerecik öpün beni?

Anladım.
meşgulsünüz.
olsun.
belki başka zaman?
Hoşçakalın.



sen de mi sağ elini kullanırdın ben yokken?





Sevgili hayali sevgilim,
sence de komik değil mi son zamanlarda hayatımdaki en gerçek şey olman?
aşağıda, dün gece uyumadan önce, ya da tam uyurken yazdığım notlar var sana, sanırım onları sadece sen okuyabileceksin ve diğerleri bana nasıl okunaksız olduğuna dair sinirli notlar bırakacaklar. sana dair bir şarkı ve de bir şiir buldum, onlar da ekte...



ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim

ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

attila ilhan


dipnot: sevgili hayali sevgilime doldurabileceğim kağıtlarla dolu, anılarla boyanmamış bir defter ararken, bir zarfımsı aldım elime, eski sevgililerin eski mektupları döküldü içinden, aradığım defteri orda buldım. güldüm.

buradaki görseller yalnızca bu post için yaratılmıştır. yalnız evdeki scanner yavaşlığıyla yaşam isteğimi söküp aldığından dolayı telefon kamerası sanatçılığına bürünmeye zorlamıştır bendenizi. ondan böyle.

pia'nın burda ne işi var demeyin, gözüme çarptı dün bi'yerde, sonra bağdaştı.


dipdipnotnot: şuracıkta farkettim ki, ben pembenin fazlasına tahammülü olmayan, pembe kıyafetler, çiçekler böceklerden pek haz etmeyen kertenkele, etrafımı pembe kırtasiye malzemeleriyle çevrelemişim. ders çalışırken bilhassa, pembe marker, kalem, defter kullanıyorum ki sanırım, farketmeden dikkatimi açık tutmanın yolunu buldum...

(mezar taşıma minel aşk yazın, irmik değil un helvası yapın.)

sevgili hayali sevgilim, nedir bu çektiğin? neden herkes tu kaka der sana, derin acılarda boğar, umutsuzlukla turşu yapar? neden peşinde kesif bir kükürt kokusuyla gelirsin hep?

sana hiç öfke duymuyorum, umutsuzluğa da düşürmüyorsun beni sevgilim, sen çayımdaki şeker, saçımdaki boya, tabağımdaki yerelması gibisin... evet, aynı bunlar gibi asla var olmadın, olmayacaksın da sanırım. sadece orada varmışsın gibi davranmam gerekiyor bazen, eh, her yaratığın bir sıcaklığa ihtiyacı vardır değil mi? senden sıcaklık istediğimde kor ateşlere bir yolculuk kazanma olasılıklarını aklımdan geçirmem de sadece deneyimsel, yoksa biliyorum yapmazsın böyle şeyler...

ah be sevgilim, bilirim ki alevden denizleri mumdan kayıkla geçmektir aşk amma neden benim kayık hep tealight miktarında mum içeriyor en fazla? histerimin iğrenç prensi, ben de seni boğmayı düşünürdüm o alevlerde ama sen de benim gibi bir kor parçasından başka nesin ki? o yüzden diyorum sana kızgınlığım yok diye. ne fark ederdi ki zümrüt gözlü olsan ya da kömür madenlerinin dipsizliğinde yaşasan? haha, evet romantizm öldü mü dersin? ya da tam tersi mi? hızla kayaların arasında kaybolmaktan daralamaz mı bir kertenkele? biraz güneşte yatmak onun da hakkı değil midir? peki sevgilim, sen hangisisin? güneş mi, kertenkele mi yoksa kayalıklar mı?

"in the rays of the sun, i am longing for the darkness"

sen midemdeki acayip kasılmasın sanırdım, oysaki sadece reflüm varmış. gene kandırdın beni... ah, inançsızlıktan bahsetmeyelim lütfen. bunun suçu çok geç kaldığın için sende. en başında da mı vardın? bu konuyu insanların önünde tartışmayalım. hep insanların önünde tartıştık zaten, millet kıçıyla mı gülüyodur bana artık bilemiyorum. sonuçta insanların önünde hayali sevgilinle tartışmak biraz, nası desem, enteresan....

benim küçük sevgilim, tırnaklarımı etine geçirip kanatana kadar derini parçalamak istiyorum. eminim ki ondan sonra ne hayal olacaksın ne de sevgili.

kendine iyi bak
biricik ölümün
v.


Tahayyül etmeye cesaretim yok

Beklediğim herşeyin üzerinde
Ve nasıl da yanımdasın, hayret

Açmadan kurumuş, siyaha durmuş, tüm güllerin
Sessizce önünde arkanda yanında içinde dışında
Eğildiği gibi saf olamadım, affet

Seni öyle....


Her gecenin yüreğimdeki ağırlığından bir seda.

O kurumuş gül ben olaydım
Her doğrum öze doğru uzanışken ben
Elindeki yaydan fırlamış ok olaydım

Bana susmak ver duyayım
Latif adımlarının yeryüzündeki izinden
Bir yol ver geleyim
Bir el ver tutayım

(mektup içi pul uygulaması sadece bizde)








hayalettirilen,hayallettirgen ama maalesef hayalol-durg-an sevgili;

naber nasılsın?bir şekilde olmaman gerektiği halde her ilişkide belli bir süre sonra var olmaya çalışmaktan,görünür olup o kişisine olan sevginin üzerine hava üflemekten memnun musun?
hava demişken havalar nasıl?hani ulaşılamayacağını bildiğin için ve hayalim oluşunun getirisi-bendeki götürüsü- ile her başarısız ilişkimde yükseldiğin o galakside diyorum,havalar nasıl?
bulunduğun yerden ,bulunmam gerekiğim yeri gördüğün için mesafeyi ikiye katlamanın getirisi ile nasıl görünüyorum?
nasıl derken sıfatları sen sınırlandırmadan ben sınırlandırayım, ne derece beceriksiz görünüyorum?
sen haklıymışsın bu bağlamda olmadığın,olmanı dilediğim için ama olmamak için kader ile işbirliği yaptığın için EVET SEN HAKLIYMIŞSIN.
bunun böyle olacağını bildiğim için ben de haklı oluyorum ama yani bu zevk tabi ki ikimize ait.

çok mu çaresizmişçesine yazıyorum?

bir şekilde seni virüse benzetiyorum hatta bakteriye.ama yok yok kesinlikle virüssün.yaratıcısının bile isteğine boyun eğmeyen ,ortam şartlarına ve acılara göre modifiye olan ,direnci artan şeysin sen.bu da insanın kendine güvenini zedeliyor.
kadınlarla olan başarısızlığının hıncını çaktırmadan telafi edebilmek için aldığı şişme kadınla yalnızlığını paylaşıp,ona bağlanıp bunu anladığı an tiksinen bir erkeğin hissiyatını ödünç almış gibi hissediyorum bazen.

bir madde olsaydın naftalin olurdun.naftalin geçmişe göndermedir ,anahtardır bir şekilde evlerimizin kişisel tarihinde.
ben seni her ilişki öncesinde her yanıma serpiyorum böylece güvelenmiyorum ama kokun beni maalesef ki geçmişten ,geçmişteki hatalardan alıkoymuyor aksine onlarla beraber süper bir üçlü olmamızı sağlıyor.müdahale etmek istediğimde ise süblimleşiyorsun ama ordasın kendini hissettiriyorsun,ne kadar uzaklaşsam da orda oluyorsun.

''yalnızlık benim eski sevgilim
yalnızlık benim en vefalı yarım,ben onu kimler için terkettim,o beni bırakmıyor''
nakaratlı şarkıdaki gibi rutin aralıklarla bayram ziyaretime geliyorsun,ziyaretinle beraber geçmişi de getiriyorsun.
ama hoş olmuyor böyle
ayboluyor,kişilere dair anılar sayende kayboluyor
bak isimler nereye gitti bilmiyorum mesela
ama anılar,ama başarısızlıklar tozu alınmış bir vazo parlaklığında gözlerimi kamaştırıyor.
kaybolmayan bütüncül insanlar yap,kaybolmayan


evet sevgili naftalin, evet sevgili cake/never there şarkısının ithaf edildiği kişi;
yarattığıma boyun eğmişliğin sevgili simgesi;
gel de bir gün çay içelim sana en son gelişmeleri anlatayım,zira bu son görüşmemiz olabilir.

dip not:şekil a-1'de olduğu gibi yollarını gözlüyorum.

şekil b-1

Hayali bir sevgilinin hayaline mektup.

Sevgili hayali sevgilimin hayali,

Olmanı istediğim yerde hareketsiz duruyorsun, hiçbir yere kıpırdayamıyorsun çünkü ben orada olmanı istiyorum. Bahçede istediğim kadar ışık var, gün ışığı, fazla değil. Betona çıplak ayaklarımla basa basa kediye yürüyorum, hayatım boyunca sevebileceğim üç kediden biri o. Kediyi kucaklıyorum, betondan uzaklaşıp toprağa basıyorum. Önce kediyi yukarı fırlatıyorum; sonra kendim ağaca tırmanıyorum. En yüksek dalın en hafif noktasında ayağa kalkıyorum. Aşağı bakıyorum, artık hareket etmeni istiyorum, eteğini gerip aşağı, sana atlamamı bekliyorsun.





Derin bir nefes alıp havaya karışıyorum.
Sevgiler.

(eskilerden konuya uygun bi varlığı hatırladım birden. kaytarmıyorum, yazıcam daha.)

ödef




Ödeviniz hayali sevgiliye mektup yazmak.

Hepsi bu.

outro'nun sınav sorusu hazırlicak olmasına sevinmek XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
belli birini dinlemek için gün ayırma konseptine bayılmak, yaşandığı belirtilen heyecana bakıp bakıp gülümsemek, hoşlaşmak XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
artık gece 3'lerde yatmaktan vazgeçilse iyi olucak olmak XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
yarın ders iptali yüzünden bir kuş gibi kocamustafapaşa'ya uçucak olmam öğle saatlerinde XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
tuğçe'ye balık yediren ve tekila içiren zihniyeti tuz ruhu ile doyurma arzusu XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
bir geyikten doğan mideyeindie XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
pınar hanım'lan selim bey'in 403 seferi XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
eski brownie'ler XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
çiğköfte XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
muayyen olmak ve muayyen kelimesinin olası anlamları üzerine XXXXXXXXXXXXXXXXXXX
bütün akşam çikolata isteyip, bağırıp, gece arkadaşın getirdiği çikolatayı niyeyse yememek, kesilen iştah XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
mimi bana kuki yap XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

özet

Senelerce hayalini kurduğum gibi boş, bomboş olmak XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
Yeni şeyler dinlemek Bach'ı çok çok özlemek XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
Başka şeyler dinlerken Bach'ın müziğine aşık olmak XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
Bach dinlemeye gün ayırmak, o günü beklerken hafif bir kalp çarpıntısı, yanakların pembeleşmesi
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
Dayanamayıp birazdan dinleyecek olduğumu anlamam XXXXXXXXXXXXXXXXXX

Sigara içmeye mutfağa yollanma düşüncesine günde yirmi kez kapılmak XXXXXXXXXXX
Mutfağa gidiyorum gelicem XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
Dönünce sınav sorusu hazırlıycam XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

outro'nımla gece konuşmaları, şehrin ezanları gibi XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
ağır roman XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
arabesk kafalar XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
turistik bakış değil içimde yaşıyor valla XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
türk popu türk rockı yalan açıkçası XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
dimitrokopulo XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/

Bir film klişesi olarak; oyuncu olmayan celebrity'lerin (mesela bakınız ağır roman'da k.iskender) genellikle çok kötü bir performans sergilemesi, rezil piç etmesi filmi.
Bi de, Müjde Ar iyi bi oyuncu, ama oyunculuğu berbat, yu nov vat ay miğn.

Lale Mansur geldi aklıma şimdi, o da yen filmde oynasa da eğlensek XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
bi de oge istanbul'a gelse, ucuz şarap içsek, şarkı söylesek, yemek yapsak XXXXXXXXXXXXXXX

herkese özlem de, en çok o'na XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
sabah kirpiğimde gece duamda XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
"aklımın odaları senle doldu taştı" XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/

Valla uzak kalıcam, yazmayacam , vizem var falan ayağı ama okudum okudum güldüm, allah sizi bildiği gibi yapsın. Buyrun doughnutlarınız, anca bu kadar benden. Devam edin anacım. Bir tv ekranı gibi bakıorum size ilgili gaze'lerlen.

şekil öz a-1
Klişelerin Emine S. Beder'ine el atacak olmaktan gurur duyduğumu belirtmeliyim öncelikle.Günlerdir evvel zamanda izlediğim filmleri tekrar izleyip zaman kaybetme hobisini yapılandırmaktayım.Ve artık ruh kaşıntısı mı nedir bilmem ama aksiyon filmlerinde boğulurken buldum kendimi ve hatta bu konuda malum olmuşçasına 'ulan ne klişeler var içlerinde ,hey hey,' de dedim.
Sektirmeden her filmde donut görüyoruz.Görmüyoruz diyen varsa alttaki arkadaşlardan birisi çıkışta hortumla bekliyordu.Sizi oraya yönlendireyim.Her filmde kişiler donut alır-kutu içinde-onu tüketirken bir olay çıkar donutları bir yere fırlatırlar ve aksiyona yol alırlar.Burdan donut klişemizin 1. dereceden bağlı olduğu amerikan filmlerindeki polis,fbi,cia ve daha niceleri oluşumlarında bulunan muhtemel başrol ve ona yakın rollerdeki amcalarımızın ,teyzelerimizin saçma sapan,kabız sonrası -ve during(tam da fatih terim telaffuzu ile)kabız- tavırlarını görüyoruz.
Mesela Se7en filminde Brad Pitt dünya ahret kardeşim sezon sonundan bol bol mutferfucker,asshole,piece of shit etc etc almış ki bunları filmin her bir karesine eşit olarak dağıttı.Yine diğer polis görevlilerine ve katil olan-sağım solum izlemeyen spoiler-fotoğrafçı amcaya burası benim vişne bahçem,donut da yerim kahve de içerim ek olarak shut the fuck up da derim kontenjanında saldırdı.
Sonra sonra aklıma The Heat adlı De Niro ,Al Pacino(val kilmer'ı unutmam) düetisyenliğinde seyreden film geldi.Orda da klasikleşecek moda giren oyunculukları ile fink atan iş bu yukarıda adları zikredilmiş amcalardan Pacino'muzun coştuğunu hatırlıyorum.Muhbir bir arkadaşa son derece piece of shit muamelesi yapıp,işime gelene hay hay,işime gelmeyene bay bay demişliği de olmuştur.Hele ki hata yapan ortaklarının yanında çılgın atışları vardır ki bu da cabası.
Bu iki filmde çok fazla donut&çılgın atan polis memuru senkronizasyonunu belki göremedik ama onlar göbek bağı ile birbirine bağlı.Öyle ki ben bahsettiğim gibi tribal,kafasına göre operasyon yapan,giriş iznini sallamayan kütenk diye mekana dalan,burundan silah sokan bir polis görsem aklıma pavlov'un köpeği kadrosundan donut geliyor.
Dizi de sokalım araya Heroes dizisinde akıl okuyan polis memurumuz da donut bağımlısıdır ve hatta sonraki bölümlerde de -hani gelecekteki halleri var ya canım ondan bahsediyorum-(has spoiler)ali kıran baş kesen, kazıklı voyvoda,uysa da koyarım uymasa da koyarım tadındadır.tadından yenmeyendir. şekil a-1
(bu da sinirli gözükmese de donut ile yek vucut olmuş bir amerikan polisimiz.)

Odada saatler geçirmenin getirdiği amnezi nedeniyle alakalı diğer filmleri hatırlayamıyorum.bu noktada yorumlarınız beni var edecektir.
saygılar.

tursu yemeyen insanları ve bogazlı kazak giyen erkekleri gercekten garipsiyorum.
benim icin tursu yemeyen insan ve bogazlı kazak giyen bi erkek birdir. ayrım yapmam. birine 50ytl harclık verirsem digerine de veririm. birine uyuz olursam, ki oluyorum, digerine de olurum.
bu yuzden hepimiz tursu yiyelim, erkeklere bogazlı kazak giydirmeyelim.
oh be.
yük kalktı üstümden.

itörnıl şansal ov dı toroğlu ermaynd XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
ve bu iğrenç espriye maruz kalan bir garip kaan ılgaz XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
izmir'i özledim XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
klişeye yer bırakmayacak biçimde, bilmem kaç sene önce çektiklerimin aynısı bu. belki daha bile fazla XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
neyse mülksüzler kendini yenilemiş gidin bi bakın XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/ (yokluğunda iyi halden cezai indirim)
peki ya nerde bu geçerken XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/ (yokluğun heç iyi olmadı)
ayrıca haavi bey sağolsun şu rachel's için XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
snob tavırlara katlanamıyorum artık hayır XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
bir kazak almam gerekecek XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
çok kitap okumalıyım, ders çalışmalıyım, vizeler XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
yok olabilirim, yokluğumda bolcana yazın, sorun, cevaplayın, değerlendirin, iksleyin, tam bir sınıf havası, bir başkan bir başkan yardımcısı, müdür ya da müdür muavini (bu laf da bana hep otobüsleri anımsatır), ya da yan sınıfın öğretmeni, anladınız siz onu XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

Bu kadarla kalır mıyım, kalmıycam. Espri düğmem bozuldu biliyorsunuz, nerde o günler ki bir zamanlar doğru çalışır hepimizi mesud ederdi, yok. Ama düzelmesi için bir son kullanıcı, kullanıcı, operatör oldugumun dünyasında elimden geleni ardıma kor muyum, KOR MUYUM ULAN?

Şimdik bir son kullanıcı espri düğmesi bozuksa öncelikle kullanım kılavuzunu (daha sonraki referanslar için kolay erişilebilir bir yerde aka el altında tuttuğu el kitapçığını) eline alır. Sahife sonlarda bir yerde Arızanın Giderilmesi bölümünü açar. Bakalım ne diyor

- Fiş takılı mı?
-Evet?

- Cihaz açık mı?
-Evet?

-Virüs koruma, güvenlik duvarı?
-Evet, Evet?

-Güncellemeler?
-Yapıldı

_Espri Yazılımının orijinal olmadığı, sağdan soldan hacılama olduğu, kaçak yüklendiği için kullanılamadığı, crack dosyasının da internek bağlantınız nedeniyle tespit edildiği bildiliyor?
-Yaaaaa?
-Yaaa.

Soruna böylelikle ulaşıyoruz. İlk el esprimiz kalmadı, Hepsi arak. Oysa ki bilen bilir nasıl da püritenim, bu kanlı dünyada püriten olabilmek de ayrı bir iyi yüzlülük. Ve, AMA diyoruz ki
ikiyüzlülük aklanmalıdır!
Göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün, böyle bir dünyada yemez. Yememelidir.
Göründüğüm gibi olsam, ebleh olmam lazım, olduğum gibi görünsem paso ışırım koruyucu gözlük gerekir. Eldivensiz dokunmayın.

Şimdi değil mi ki iç maddem içiyle su dolu bir kap gibi ayrıktır, akım dolu bir kablo gibi farklıdır, bu nedenle göründüğüm gibi olsam elektrik veremem, olduğum gibi görünsem bilmemkaç vat elektrikle çarparım. Anlatabildim mi oğlum sezai.

Böylece MErküri gezegeninin öğretilerinden en kıdemlisini en muhteşemini üç yumurtayı beşe aldım matematiği ile aktarabilmiş bulunuyoruz. demek ki neymiş herkeşler espri yapmak için doğmazlar, bazıları saf sevimli, sevimliliğin kendisi bizzat kavramın öykündüğü nesne olarak orada öyle duruşuyla ilhamdır, filan.

-Sıkılan var mı?
-Evet?
-PEki....

uşak yemdi.
Gel gelelim plise şeysine
Katilin:
ayakları, ayakkabıları
en beklenmedik insan çıkması zorunluluğu
fazlaca hümanist? (ne demekse) bir alışkanlığı olması zorunluluğu (süt içmek, oya işlemek, hanım hanımcık olmak nerdeyse, kuşlarla yakın ilişkide olmak nıhahahaha)
kendi mantık/mantıksızlık çerçevesi içerisinde yüzde yüz masum olması zorunluluğu

İzleyicinin,
katilin işlediği cinayetleri onun varoluşuna uygun ve doğal bulması zorunluluğu
Katil için üzülme, katili anlama zorunluluğu

Kurbanların izleyicinin kahramanı olmaması zorunluluğu
Az tanınan ve üzerinde düşünmeyeceği kurbanların olması zorunluluğu
asıl kahramanın en sonunda detekdife yakalansa da her zaman aslında katil olduğu fenomenomoni

bu klişeleri taze sıktım, afiyet ola
aklımda da hiçkok vardı galba

öperler hojam

Evet, sıkboğaz ediyo olabilirim, ama bu çok çok basit konulu alıştırmayı unutmadan "esayn" etmem lazımdı, zaman sınırı yok ama tabi ki akışkanlık için kısa ve çok sayıda, hızlı tepkiler beklemekteyim. Arka arkaya bikaç post olabilir, hani alıştırma, hani saçmalama olduğu içün, yine özgür olceksiniz. Konumuz: Film ve/veya kurgu klişeleri. Buluyoruz, ama baydı artık yane diyoruz, hatta bi de dalgamızı geçiyor ve içimizdeki o minik pis yönetmeni okşuyoruz boyuna. Buyrun efendim.

Şınav

Ulan adiler, hepiniz yazdınız mı öyle güzel döktürüyosunuz ki. Teker teker notlandırmıyorum çünküm herkes çok enteresan bakışlardan çok güzel şeyler çıkardı ortaya, mest oldum ayrı ayrı. Çoğunun aklıma hiç gelmemiş olması ve valla lan demiş olmam cabası, gerçi çoğu zaman olan bişey bu da. Hepinize 100 üzerinden 150 çakıyor, başarılarınızın devamını diliyorum. Ödül olaraktan da....

Direkt bir mp3 blogunun linkini paylaşmaya karar verdim, zira blog tadından yenmiyor, helal olsun adamlara. Zaten hafif bi kafa uyuşması da ayrıca mevcut. Afiyetle...

bazı ev eşyaları vardır değişmeye mahkumdur.değiştirilmeye ya da.
değişmek ile değiştirilmek arasında kalan yegane şeylerdendir bana göre mutfak fayansı.hatta çoklukla değişmeye mahkum olan ,değiştirilme konusunda ise günün getirdiğinden,sibel can minimalizminden,maddiyattan daha fazlasını ya da en az iki tanesini sebep olarak barındırması gerekendir.
şimdi şimdi hatırlıyorum ben küçükken inşaatları izlerdim saplantılı bir şekilde,hani inşaata topu kaçan çocuk değil de inşaata topu kaçan çocuğu izleyen çocuk oldum.daha sonra şunu hatırladım mutfak fayanslarını ,onların desenlerini,fayansların temiz olup olmadığını,arasındaki dolgunun rengine göre yıllanmışlığını ya da hor kullanılmışlığını görmek için bakmış gözlerim bazı bazı.kimi evlerde şu 80li yıllarda her tarafı sarıp sarmalayan turuncu ve tonlarını barındıran farklı desenler vardı, kimisi geleneksel türk motifleri ile dolmuş taşmış,kimisi çiçekli böcekli,kimisi kabartmalı vs vs..
yeni bir şey almak ya da o yeni şeyi kullanmak insana çok enteresan bir his bahşeder.
işte ben o fayanslara baktığım zaman fayansların herhangi bir noktasında saklanmış o içte patlamış,kursakta kalmış hevesleri görüyorum.
gariptir mutfağını geçiyorken uğrayarak kullananların haricinde ev kadınlarının sığınak ya da mabed olarak gördüğünü varsaymak istersek,en önem verdikleri noktalardan ya da en çok zaman geçirdikleri noktalardan birindeki yenilik onların doğan gününün daha anlamlı olmasını da sağlamıştı kimbilir.
ama bu daha sonra eve geç gelen kocaya ısıtılan yemeğin buharı ile yorgunluğun sinirin toplamının yoğuştuğu yer olduğu ,
telaşla açılmaya çalışılan düdüklü tencerenin patlaması ile temizlenmesi şart olduğu için küfür nedeni olduğu,
sinir ile fırlatılan çatal,kaşık ya da bıçağın darbesi ile faili meçhul kırıklara sahip olduğu,
titizlik ötesi denemelerde en çılgın temizleyiciler ile aralarındaki dolgulara zarar verildiği zaman yamalı bir görüntü elde ettiği,
bir şekilde her türlü yağı bünyesine katmak amacıyla debelendiği,
için nefret neden olmalara dönüşmüştür kimbilir-kimbilir kimbilir kimbilirrrrrrr -
yemek yaparken söylenilen tüm şarkıların,sarfedilen bedduaların,bazı bazı gözyaşlarının muhatabıdır.
hepsinden öte vitrindir,her türlü soruna,kire,pasa rağmen temiz gösterilmeye çalışılandır
böylece mutlu olunmadığı halde aksi şekilde intiba bırakılması konusunda da bir numaralı maşadır.
bu noktada çok amaçlı ağlama duvarından farkı varmış gibi algılanırsa şahsımın sakal bıyık bırakmasına neden olacak olandır.

Mutfaktaki kullanımına gelmeden önce demlik kelimesinin "kök"ü olan dem kelimesinde duralım derim. Dem: an, kan, gözyaşı, esrar vb. gibi anlamlara geldiği üzere demlik an gelir insanın kendisi bile olur, bak o kadar diyorum.
Ama popüler kültürümüzde demlik kullanımını eleştirmem gerekirse, hocam, biz ki aygaz, doğalgaz mavi ateş çocuğuyuz demlik nasıl ucuzladı bana onu gösteriyor bu. Ne ateşimi kendim yakıyorum. Ne demliğimi kendim yapıyorum. Ne çayımı kendim yetiştiriyorum, ne de o bi bardak demli çaydan bir dem demleniyorum. Bu çaydan demlenmek mevzuatı uzakta kalmış uzakdoğu geleneklerinin son derece taocu bir uygulamasıdır biliyorsunuz. Her ne kadar bizde brit çay saati uygulaması geçerli ise de aslalolan hiç değilse özüme yakın gelen hadi yücelttiğim diyelim artık yalnızca hayalleri süsleyen uzakdoğu stili çay törenidir. Orda çayla birlikte demlenen insandır sanki. Gerçi bu tip ritüellerin alıcılarından yüzde doksandokuzu belki de daha fazlası batılı alır, hakikatı gizli kalır, vesselam

ne istiyor eylül hanım? özetle: Mutfak fayanslarının insan ruhu üzerindeki etkileri ve ev kadınlarının psikolojisi üzerine... hede höde:)

şimdi şöyle;

ben vaktiyle doğaltaş işinde çalışmış biri olarak, üzerime afiyet, bu yüzey kaplama taşları ve benzerlerinin üretim aşamasında olsun tüketim aşamasında olsun böyle bir etkiye sahip olduklarını biliyorum, gördüm, oradaydım.

hiç seksist yorumlar yapıp kadınlar ile sınırlandırmayalım. erkekler de ellerine bezi alıp mutfak tezgahı ya da fayansları üzerinde kurumuş çayın üzerinden geçmiyor hatta üzerine bir sigara yakmıyorlarsa eğer bunun tek nedeni kalas olmaları ve öyle görünmeye devam etmeye kasmalarıdır:) bir fuar standı kurulumunda kendimi kırılmış bir mermerin yüzeyindeki lekeyi silerken bulduğumda durumu çaktım: budur.

hani toz konduramamak diye bir laf var ya, o budur işte.

hani 75 yaşına gelmiş hülya avşar'ın çirkin yönlerini görmemeye çabalayıp hala kendisine güzel çıtır muamelesi yapıyoruz ya, aynı şey, hiç farkı yok. mutfaktaki fayans, tezgah üzerindeki mermer, basamaklardaki granit... hiç farkı yok, o güzelim yüzey pırıl pırıl değilse rahatsız oluyoruz yapımızda var. erkeğin traş olması, kadının makyajı-toniği... hep aynı terane:)

-------------------------------------------------------------------------------------------

bir de hepimizin içinde yaşayan muhasebeci/mimarın payı var:
fayansa dalıp uzun uzun izlemem, parçaları saymam, eksikleri hayal gücümle tamamlamam diyen yoktur. (varsa bugünkonuşanlar çıkışına gelsin, hortumla dövücem:D)
uzun tuvalet seanslarının kültürel çalışmalarında mizah dergisi okuma ve deterjan paketi okuma etkinliklerinin ardından ilk üçteki yerini almış olduğuna da şüphe yoktur. (şüphesi olan varsa nerede bekleyeceğini biliyor sanırım.)

bir de DAFT PUNK'tan Harder, Better, Faster, Stronger var ki konuyla hiç alakası yok, fon müziği olsun dedim.

12:41

evdeki fayanslardan oldukça uzağım.

12:49

işe dönmem gerek.

13:05 (devam)

evdeki fayanslara oldukça uzağım. gerçi evdeyken de pek yakın değiliz birbirimize. uzun sohbetlerimiz olmadan, arada iki kelam edip kaçarım yanından.

. . .

- içses - bir kahve yapayım kendime ben. kahve nerdeydi ya? (o sırada elimdeki fincanı fayansın üzerine bırakırım)
-fayans- takk !
-içses- evet ya, şurdaydı. sağol.

. . .

bildiğiniz ya da bilmediğiniz üzere mutfak benim zayıf noktamdır. sarı beze kutsiyet yükleyip evime geleni masaya oturtup yemeden yollamayan bi ırktanım ben. bi de aşığım ama neyse, konu dışı çok...
fayans diyorsunuz, mutfaktaki (ki aslındaki banyodaki kardeşleri de dahil ama daraltalım kümeyi) fayanslar da hayatın bir yansımasıdır şahsi zannımca; nasıl mı? yeni fayanslar, yerde ve belki de tezgahın düzeyinde... güzelce yerleştirilir, tezgah seviyesindekilere atraktif değişik karo denemeleri de yapılır bazı bazı, tertemiz, pırıl pırıl bir geleceğin habercisidirler. insan parasız mutlu olabilir, yalnızken de aldırmazcasına neşelenebilir ama açken asla hayat normal olmaz. bu yüzdendir ki mutfak hayatın quarklarından biridir. bu tertemiz yepisyeni fayanslarla da yeni bir geleceğe açılımlarda bulunulur.
tabi ki gelecek karanlığını taşır yanında. o fayanslara yemekler dökülür, kavanozlar kırılır, kızartma yağları damlar, biralar patlar. silip geçersin, parıldar yeniden. en baştaki halinde değildir ama gene de parlak, tatmin edici temizliktedir. peki ya dolgular?
fayanslarımızın arasındaki dolgular hayatın en temel yansımasıdır belki de... her türlü dert tasa serpiliverir üstlerine, temizlenir fayanslar ama o pislik, o siyahlık gitgide birikir fayansların arasındaki kiminin şap, kiminin şerbet dediği o dolgularda. temizleyemezsin de, ovalarsın, durularsın, rengi açılır biraz ama gene de o kirlenmişliği taşır üzerinde. ve fayansların tekrar parıldayabilmesinin yanında, geçmişin her izini taşıyan dolgular vardır karşımızda. ve asla en baştaki pırıltıyı taşıyamazlar bir daha...
fayansları dolgulardan bağımsız düşünmeyin, fayanslar kişiliğinizse dolgular da ruhunuzdur, biri yenilenir biri ise yaşlanır durur.

fırk, evet. öyle öyle... ühü... döktüğünüz reçellerin bedelini öderken pişman olmayınız. hayır, olmayınız....

dortop olup mutfağın köşesine kıvrılan, en depresif anlarında mıtfağın köşesine sığınan benim için mutfak fayansının önemi tartışılmazdır- diyebilirdim ki- yok; bizim evde, mutfakta, fayans yok bildiğin, takkudu tukkudu öten, gece atıştırmaya kalktığında her seferinde pat diye yakalanmana sebebiyet veren plastik parkelerden var.

halbuki ayvalık'taki ev ve bordo fayansları, o kalabalık evin illa yere dökülmüş yapşak yapşak reçeli, terliksiz girme evladımları, üşütürsünler. inatla girişiler; çocukluğun başkaldırısı canım, bildiğin.

sonra arkadaşın evinde mutfakta sabahlamalar, tam da halüsinasyon görmeye başlamışken yere yüzükoyun uzanmalar, masanın altında kediyle geçirirlen saatler, sonra o uykusuzluğun ertesi sabahı çıplak ayaklarla fütursuzca dalıp şap diye kendini hissetmeler, çay ister tam da o anda bünye.

ev partilerinde de illa ki mutfakta ayrı bi kitle oluşur ya mutfakta-sonra meymenetsiz içkinin teki dökülür yere-sabaha kadar üstünden geçerken cooort diye yapışır çorap defalarca.

çocuğun bakış açısı benimki mutfağa- ananemin mutfağı- ananem yemek yok der ama daha fazla yemek olsa koyacak yeri kalmamıştır fırında iki börek vardır, ocağın dört gözü doludur, elektrikli fırının kapısı ben bildim bileli yamuktur, içinde pişenlerin yanı sıra sütünde de ısısından yararlanmaya çalışan bikaç çeşitceğiz vardır. nane yardım lazım mıı? püreyi karıştırim. pire karıştırmayı sevmez nanem benim, işine gelir. kuzen gelir-kuzen gurbette-illa bulur buzdolabındaki tatlıyı, göz açıp kapanana kadar parmak dalmıştır bile. bıcır bıcır çene çalar- dünyanın en sıcak en tatlı dedikodusudur o anane kucağı bi bakarsın evin bütün kadınları, arada bir oğlan çocukları, belki de burunlarını takip eden beyleri dalıverir. fayansların üstünde kayıp durur mutfak halıları birileri gelip geçtikçe, gözüm takılır, dakka başı düzeltirim.

brandon beycim yarına sınavım var bana kayfe yapsana? bu kadar lafın üstüne hep beraberce oturup laflayabileceğimiz bi göz mutfacığmız oluvereydi dedim şimdi. ben masanın altında kedilerle birlikte ders çalışsam...

Bacak sızlatan alıştırmalar ve kemik sızlatan soğuklar ardından odama, yatağıma, battaniyeme, yatakucu lambama, efendim fotokopi metinlerine falan dönmek şahane bişey. Kış oldu hala ays tiğ içiyorum, biri bana demlik alsın. Demliklerin ev kadınlarıyla olan bilindik diyalogları çok manalı geliyo. Zaten mutfak denen o mekan çok anlam ve hissiyat dolu. Bir refleks haline gelen tezgah silmeler, öğrenci başına utanmadan yemek uydurmalar, pişirmeler, ev ahalisiylen mutfakta oturup konuşmalar uzun uzun -oysa odan var yani di mi- ama yok alan daraldıkça insanlar yakınlaşıyo, her iki anlamda da. Neyse efendim oda arkadaşlarımdan Lale'nin kahve pişirmek için çok güzel bir demliğimsi aleti var, bi de nefis kahveler alıyo ki sormayın. Bekleriz bile derim, hatta bigün böğüngonuşanlar zirvesi yapalım. Neyse ne diyorum mutfak. Sarı bez kompozisyon sınavında mutfağın bir özelliğine değinmiştik. Gelin şimdi fayanslara değinelim. Mutfak fayanslarının insan ruhu üzerindeki etkileri ve ev kadınlarının psikolojisi üzerine zırvalar bekliyorum herkesten. Özellikle de sevgili sosyologumuz Pınar hanımdan ve eylembilimcimiz Kadeşüt beyden. Bununla birlikte Tozlu, Pudra ve Pörl'ün ilk sınavları olucak sanırım. Kendilerine başarılar dilioruz efem.

"Günün anlam ve önemi" karşısında pek absürd olacak tabi, ama o anlamı o önemli yıllar önce ilkokul törenlerinde kaybetmiş insanlar olarak kimsenin bu postu görüp de cıkcık etmeyeceğini umuyorum. Bir bugundogan olarak iyki doooduuun Saaaalvoooo!

...

sigaranın kurumuş dudağa yapışmasından ve bi anda çekince dudak derisini de kaldırmasından nefret edenler el kaldırsın!

ehaheh

en nefret ettiğim şeyi yapıyorum, hadi bakalım:)

armies have conquered
and fallen in the end
kingdoms have risen
then buried by sand
the earth is our mother
she gives and she takes
she puts us to sleep and
in her light we'll awake
we'll all be forgotten
there's no endless fame
but everything we do
is never in vain

we're part of a story, part of a tale
we're all on this journey
no one is to stay
where ever it's going
what is the way?

forests and deserts
rivers, blue seas
mountains and valleys
nothing here stays
while we think we witness
we are part of the scene
this never-ending story
where will it lead to?
the earth is our mother
she gives and she takes
but she is also a part
a part of the tale

we're part of a story, part of a tale
we're all on this journey
no one is to stay
where ever it's going
what is the way?
we're part of a story, part of a tale
sometimes beautiful and sometimes insane
no one remembers how it began.

of unutkanım dimi. harbiden oyleyim. halbuki ben daha senin soruya pas verip, oguz atay'a gol attırıcaktım. bugun ne gunlerden. carsamba. hangi ay. o onemli degil. o zaman sonbahar bu. onemsiz aylar hep sonbahar gibi geliyo bana. hic haz almam. soguk desen degil, sıcak desen degil. gunes var. dısarda usuyosun, icerde terliyosun. bi karar verin ama. yok romantikmis, yok kahverengi yapraklarmıs. brakın allaskına. kahverengi ayakkabı guzeldir. gazelle olsun, superstar olsun. bot olsun. yada olmasın bot hic sevmem. aynı oguz atay gibi. onu da sevmem. hele su son donemde daha bi sevmedim. boyle oguz atay muhabbet kusum olsa 5 gun hic yem vermezdim. ac kalsın bik bik bik ötsün. rahatsız olmam. ama ac kalsın. tok olup bik bik bik oterse rahatsız olurum. dolma zeytinyaglı olmazsa da rahatsız olurum misal. hele ki icinde kus uzumu yoksa daha bi rahatsız olurum. boyle yerim ama. gonlum yemeye hic el vermez. yeme ulan. yeme allahın cezası. boyle demesi lazım birinin bana. of. oyle bi hile yapıcam ki simdi. aslında simdi yapmıycam, gerci hali hazırda zaten yapıyorum ama olsun ondan bahsedicem. bundan 1-2 ay oncesine kadar benim pasazade mahmut ekrem harddisk efendi yandı sevgili lisim. dogal olarak sarkılar gitti falan. neyse yeni hdd alındı edildi. ben naptım. sarkıları yuklemedim. neden. cunku tembelim. dvd'ye kayıtlı olmasına ragmen yuklemedim. son 1-2 aylık surec icerisinde muzik arzumu nerden karsılıyorum peki. yutub. evet. oh be. rahatladım. acıyorum 8-10 tane yutub. ordan dinliyorum sarkıları. ne guzelmis. p2p derdim yok, virus derdim yok. dert tasa mıymıs ki onlar. peh. neyse bu hileden neden bahsettim. gerci hile bile sayılmaz ama olsun. bugune kadar sarkı indirerek gecimi saglamıs olan ben bunu bir hile olarak goruyorum. off yine saptım bak. amaaaaaaaaaan. vazgectim. linki yollayıp sıcacık yatagıma yollanıyorum. bu da yalan. evde butun camlar acık. usengeclikten onları bile kapatamıyorum. ev mezbaha kıvamında su an. kulak memesi mezbahası. cav bella!

hep "akşam yenden dolma sarıcaktı, pişirmiştir de bekliyodur bile, gel fırından taze ekmek kapıp gidelim yahu" demek istemişimdir, diyorum: her ne kadar yengen aslında bir istanbulluysa da bir o kadar eskişehirli, yapar 3 tencere yemek başkent ekspresini bekler, biz de pişmaniye alır gideriz. seni adalar'ın banklarında oturtur çay ma tutuştururuz eline, efendime söylyim kitap çalarız, hava güzel olur belki gece içeriz, ben hiç yapmadım daha ama olsun. sen de sevebilirsin eskişehiri. ama bir turist geyz ile. ancak o kadar. orda yaşanmazmış, yengen az mı uğraştı o dolmaları sarana kadar. o diil de şaka maka yengen geliyor ulan. tirene ineli, şimdi baktığıma göre, 33 dakka olmuş. kondüktör biletine bakmıştır bile. aceba o tirende de bizim gibi zevzekler var mıdır batorayzcım. senin aksine ben o cibiliyetsiz patlak kalabalık konuşmacılarını çok severim, çünkü sanırım ben de onlardan briyim. aslında hayır sevmem. ama kendimi değiştiremediğimdendir ki sevmek zorundayım. yoksa ölürdüm. bugün çok lakayttim mesela. içimden sürekli kendime küfrettim. ama sanırım merkezi sinir sistemim ortadan ikiye ayrılıvermişti, ben de bu boşanmanın ortasında kalakalmış bir veletyus olarak saçmaladım. bugün kompozisyon sınavı olduk mesela. ben insan türünün düzüşkenliğinden dem vurdum. f bile beklemiyorum, belden aşşaaa vurdum, g'ye tekabül ediyo, diye espiri yapiyim mi. yaptım bile. ay bunu da demez olaydım. hani kötü espri yaptın niye castifike edercesine devam ediyosun. bana memesenden yolladığın bu şarkı ayarlarımı bozdu batorayz. bi türlü uyduramıyorum kendimi ona. fekalade bi eser aslında, yengene de dinletmek lazım. ama şu an modum şöyle özünde. pudra nereye kayboldu ayol. hem sen daha sorumu cevaplamamışın benim. ne unutkansın yafu.

pudra da karıssın tabi. hatta baskaları da karıssın. hani boyle bi ortam olur. boyle degil de, lafın gelisi boyle. yirmidort kisi yeni tanısmıstır. forum arkadası yada bilmemne sanal ortam arkadasıdır. iclerinden biri boyle zibididir. en cok o konusur. bagırarak guler falan. ben boyle tanımadıgım ortamlarda bırbırbır konusmayı hic sevmem. konusmayı bırak o ortamları hic sevmem. gerer beni ey sevgili lisimim. o kadar cok konusanları da sevmem. kazara biri espri yapar, sende aynı kazaralıkta gulersin hani ayıp olmasın diye, sen gulunce onun gotu kalkar. anlattıkca anlatır. icimi bayar. yorar beni. mehmet aurelio gibi. onu turklestirdik ya. beni de oyle zibidilestirsek mesela. o zaman iste o ortamları sevebilirim. hatta aurelio'nun reklamda yaptıgı gibi zibidi marsını bile okuyabilirim. neyse dur ben senin yazını okurken biseye takılmıstım. hah eskisehir. simdi soyle ki ben oss'ye girmeden kafaya koymustum eskisehirde okumayı. ogrenci sehri falan filan delidoluyuz ya bi de. resmen gozum eskisehirden baska bi seyi gormuyodu. gerci gozlerim hic eskisehiri gormemisti ama arkadaslar falan vardı iste. bi yerden gozume oyle gozukmus. neyse. al takke ver kulah oss oldu bitti. ve yalanım varsa namerdim. benim gotum eskisehir yazmaya yemedi. ulan bi insan palyacondan korkar (ben), akrepten korkar (yine ben) ama niye gormedigi bi sehirden korksun ki. iste benim gotum boyle ucbucuk attıgından yazmadım tabi eskisehiri. aradan seneler gecti. hala gormedim eskisehiri ve hala korkarım. neyseki arkadaslarım mezun oldu da gorme sebebim de kalmadı. artık mutluyum. colin kazım gibi. cok fanatiksel oldu bu yazı dimi lisim. valla ben sevmedim. ama saatin 3lügüne veriyorum. saat baska bisey olsaydı belki bi kuple daha sevebilirdim. yazım degismezdi yani. yine aynı igrenclikte yazabilirdim. benim karakaplı defter varya, o gorse bunu of. agzını burnunu kırardı iste bu yazının. neyse. yazı aldatmacılıgımı da yaptım. dur ya. sarkı yollıycaktım dmi. hemen yolluyorum.

en merak ettiğim, pudra da söze karışsa diyalok yerine trilok mu olur tüm bunlar, bunun cevabı. ben bişi sölüyorum kıza gelinim ayarı alsın.

bu kadar kolay kaçamazsın sevgili batorayz, seni tuttum, diyalokumuz olacaktı diyorum. ama sana monolokların en kralını yolluyorum. tantuni deyince benim aklıma eskişehir geliyo artık. esenin odasına tantuni kokusu dolardı ondan. paramız olmayınca orda yerdik ki ben severdim yani. ayrıca saçmalamanın kotası olmaz şu üç kuruşluk dünyada be. valla be. gıpta et kasabı gördüm ben pendikte bu arada. yemin ediyorum. bi daha eskişehire giderken çekerim fotosunu. gülmezsem tabi. mesela izmit civarında da çekmek istediğim grafitiler var (stensilimiz olacaktı hani, hani nerde o sıtikırlar? muhattaplar, sayın muhattaplar). ama çekemiyorum. yani gözüm sabitlense bile makine bu lan. insan yapısı. makinalar içimi sıkıyo batorayz. çiftlik derken ciddiydim. bak mesela bizim yurtta bi abi var, çok güzel gitar çalıyo, ama cyborg olmuş mecburen. ben onu oturduğu sandalyeden kaldırıp çayır çimen üstüne yerleştirmek istiyorum. arkasına otlardan yastık. ovanın ekosunu istiyorum. en güzel sintizayzır rüzgardır demiş atalarımız hem. çok çok çok pastoralleştim ama bu kolonyıl geyz ile oluşan bişi değil. ben çiçeklerin ne söylediğini duyabilen biriyim hasbel kader. öyle mi kullanılıyodu? hasbel kader mi doğrusu aceba. kim bilir neleri böyle yanlış kullanıyoruz batorayzım. neyse ki burdayız. ben burayı gerçekten çok seviyorum. kötü yazdığım gerçeğini gizlemesi değil bunun sebebi. gerçekten saçmalayabiliyo olmam. bi de oyunlar oynayabiliyoruz en güzeli o. oğuz atayınkiler kadar olmasın estafurulla da yani onun gibi. mesela su birikintisindeki izmaritin karşıtını söyle desem. diyalokun sonuna iliştir desem. sonbahar mı kış mı bu gün.

kafayla oynayan ogretmen. ne guzel bisey dimi. yani uzaktan bakınca oyle. eskiden commodore64'de kafa ayarı yapardık boyle incecik tornavidamsı biseyle. onun insan versiyonu olsa, ve bunu ben yapmıs olsam, su an bu yazımı yirmidortbin dolarlık laptopumdan yazıyo ve ikiyuzyirmibin mb'lik baglantımla yirmi tane sarkıyla susleyebilirdim. ama bunların tam ters istikametine gidiyorum. mersin taraflarına. tantuni yemeye. donem donem canım tantuni ister. donem donem cıkan sivilceler gibi. benim bir tane sadık sivilcem var. o da her ne kadar uyuz olsam da unicorn gibi tam iki kasımın arasında cıkar bana inat. baska yerde de sivilcem cıkmaz. ergenken de cıkmazdı. bi bu var iste. ben uyuz olurum o cıkar, o cıkar ben uyuz olurum. bugun yine cıktı. gerci kısa suruyo. 3-4 gune gidiyo. sonra geri geliyo sahte soda siseleri gibi. simdi hepiniz, ilk defa yazıyorum buraya samimiyetimi hor gormeyiniz, soda sisesinin altında anlam arıyosunuz dimi. ben olsam arardım sahsen. o yuzden arayanları garipsemiyorum. aksine aramayanlara gıpta ile bakıyorum. hic gıpta ile bakmayı denediniz mi. cok guzel. bisikletle birini gecmeye calısırken arkada kalmak gibi. gerci bisikletle kimseyle yarısmadım ama olsun. yarıssaydım ve geride kalsaydım onumdekine gıpta ile bakardım sanırım. gıpta. gıp. gop. kop burhan kop kop. neyse. bugun celisenlere cevirmeye niyetim yok burayı.
sanırım ilk olmasına ragmen sacmalama kontenjanımı doldurdum. sıramı savıyorum. upload kulturum yerlerde, o yuzden nereye sarkı yollanır bilmiyorum. ama. ama. ama. kucukken de oyunlarda hile yapardım ben. internet yokken oyun dergilerinin arkasında oyun hileleri yazardı. onlara bakar bakar hile yapardım. simdi de yapıcam ve emesen zibidisi uzerinden yollıycam bu sarkıyı sana ey sevgili lisim.
cav diyor, arka sıralarda yerimi alıyorum.

bu aralar kafamla oynayan bir öğretmenim var sevgili batorayz ve bugunkonusanlar ahalisi. adı suna. bir de ona yardım ve yataklık den bir demeç boy slim var tabi. bunlar yüzünden içime çektiğim havadan, ağzıma koyduğum sudan şüphe duyar oldum. herrr türlü hareketim yamuk geliyor, düzelemiyorum. aynaya bakıp bakıp saçını bir türlü beyenmeyen ergen gibi hissediyorum. fark yaraları diyorum, görmediğim insanları görüyorum yolda bisürü. ayıplıyorum kendimi. böylesini istememiştim hayır. insanın kendinden bu kadar tiksinmesi sence de fazla değil mi. üstelik başkalarına olan nefretim aynı oranda artıyo. bununla birlikte çok çok çok çok sevdiğim bissürü insan var. yani sen diye demiyorum sen de onlardan birisin ama. böyle beni hiç aramadın diye üzülüyodum ama bak neler oluyomuş orda. hayatımızdaki insanları sadece biz baktığımızda harekete geçen mekanizmalarmış, biz bakmıyoken sabitlermiş gibi algılamamız ne feci. sanırım en bi yakın olan kişiyi öyle görmüyoruz, o da kıskançlığımızdan. yoksa o şimdi nasıl sorusu da öylesine sabitlik barındırıyo ki içinde. biliyosundur sen de. evet. bak bu şarkıyı dinle. fark yaralarını. sevcen.

girişi çıkışı es geçiyorum.aslında bunu lutfediyormuş gibi de söyledim utanmadan
ama esasında öyle değil.
bu durum , uzun süredir-bodoslama dalmak yani- kesinlikle assolist kaprisim,lüksüm,saat yönünde karıştırılası çayım olmakta.
neyse ortadan giricektim ben,o ortayı 2 parçaya bölüp bir kısmının karesinin karesini alıp görünmeyen buzdağı orancığım ile alakandıracaktım-bu kısımda otomatizm çakması saçmalıyorum ama yapıyorumculuktayım-.
yine yine yeniden yineden neyse.
uykusuzluktan
yorgunluktan
düşünmekten
baş ağrısından
kaostan
paradokstan
çizimden
çizememden
tasaramamaktan
bu sebeple kabaramayan kel fatma denilen hindiler gibi olmaktan
tüm bunlarla 1. dereceden alakalı olacak şekilde ağlamaktan
nefes alamamaktan-çünkü burnum tıkanıyor ağlayınca-
tekrar, yağsız bir baş ağrısından
özlemekten
başarısızlığa görünüşte abone olmaktan-çünkü başarmak ya da -mamak adına doğrudan hiçbir bok yapmamış oluyorsun-
inatla lüks değilmişçesine bunu devam ettirmekten
tüm bunları yapan 1. tekil olmaktan
aklıma sokayım,sokayım hatta sondaj yapayım demekten
bezmiş,beyzdirilmiş,beyz-bol sopası ile dövülerek huzurlardan ayrılmayı kafasına koymuş insanım.
bu yazıdaki tüm agresifliği,yalanı,dolanı,saçmalığı,depresyonu,muhtemel p.m.s'yi,sevgiliyi özlemeyi toplayın ya da durun birbir-biriribibirine bakar bakakakakakak dururum- iyle çarpın ve rastgele en samimi ve sıcak bulduğunuz durum adaylarının yanına XXXXX koyarak derecelendirmek suretiyle kondurunuz.


derler ki söylenen tüm sözler uzayda bir noktada toplanıyormuş.bir gün gökkube çatlarsa gökten düştüğü zaman ''ey gidi ne zor günlermiş ama geçti'' diyeceğim sözler bunlar.
iş bu yukarıdakiler yani.
yazınca kurtuluyormuş derler bir nebze bakalım burasını onlar halka değil fil diyerek peçete -burnumu silmek için-kontenjanından kullanıyor olmam kabızlığıma etki edecek mi?
arz arş arasındaki muthafucka arafa istineden bir es ,çünkü bende mecal kalmadı bu bağlamda bir pes.

has not:üstteki müslüm gürses etiketini evlat edinebilirim.

Güs hanım çok okulsal, Pudra hanım çok iç yakıcı. Yakıcı, acıttı, korkuttu, meraklandırıyor. Porselen hanım kertenkele bana garip bir önsezi veriyor. Batorayz bey, yaz artık aaa, hem çayım nerde hay fidelitem nerde, dedirtiyor. Tozlu mektuplarını savsaklıyor, oysa Vuzi hiç öyle mi. Cabbar'ım nerde cabbar istiyorum ben bir onu seyredemiyorum. Salvo kişisi B-Day Grrl modunda B sınıfı korku filmleri aşamasında, özletiyor. Kadeşüt zaten her zaman özlenmekte. Miyet kültürünü niye buraya akıtmaz bazı bazı. Ya da ttkörg niye burdan bir çekinceli. Pınar saçını mı yolmamı bekliyor, o kadar da görevimiz tehlike aksiyonları sergiledim otobüslerde duraklarda. Nerde benim kağnılgaz'larım.

Geliyor geliyor beyaz kadın geliyor.

Devamı yarına.

bakışlarımda ya da gözlerimde ya da beynimde anlamlanan şeylerin 'anlamlanan şey' olmasına kadar geçen süre içinde bir şey olduğunu düşünmeye başladım.
şimdi şöyle ki bir şeyi görüyorum ve onu algıma hapsediyorum sonra azamı ya da bir şekilde göreceli asgari bir süre geçiyor ve o şey 3. tekil olmaktan davullu zurnalı 2. tekil olmaya terfi ediyor.geçiyorken uğramaması gereken bir kişi-ya da ben şu dakika kendimle barışamadığımın sinyalini çakmak ve bilinaçaltını kerpiç ile sıvamak için böyle diyorum - bakıyorum ki geçmiş,geçerken uğramış,çayımı içmiş,sen-ben'e geçmişiz,acemiliğin getirisi ile bazı bazı birbirimize geç-ir-mişiz,olmuş,olmamış ya da oldurulamamış ,suya düşmüş,suyu inek içmiş,inek dağa kaçmış,dağ yanmış bitmiş kül olmuş ve bana da cümleyi tamamlamam için bu şekilde gün doğmuş.
anlamıyorum bir şekilde sadece öylesine ilgimi çekmiş olan bir şey ya da insan benim hayatıma rötarlı olarak nasıl etkiyor,tepkiyor,kimyasal yanık yaratıyor ,bazı bazı devrelerimi yakıyor?


f.d'nin herhangi bir şarkısındaki sözler gibi 'görmekten sıkılmış gözlerim var' derken görmekten sıkılmayan,gördüklerinden en dibi koklanabilir,ele gelir olanlarını kaderim yapmaya sevdalı gözlerim olduğunu idrak ediyorum.burdan sonrası zaten safiye soyman tribine girip ''gelen vurdu,vurdu,vurdu,giden vurdu,sonrası malumunuz'' nidalarını salmama yardım ve yataklık yapıyor.
bunun olumlu tarafları da oluyor,mutlu da ediyor bunu inkar edemem.ama garipsiyorum.
mesela konuşamadığımı düşündüğüm anlardan birinde bugün konuşanlarda ahkam kesmek: XXXXXXXXXXXXXXXXX
konuşmak yerine birden durup çığlık atmayı aklından geçirmek:XXXXXXXXXX ki ne XXXXXXXX
opeth/harvest dinlerken kendini kaybedip kapıya çarpmak:XXXXXXXXX
hayatımı ''skip the intro'' ile geçiştiriyorum diye endişelenmek:X.(burdan çine kadar olan mesafe)
etli lahana dolması:XXXXXXXXXXXXXXXXXXX
kişisel kıyametin kucağında bir gün daha geçirmek:abonesi olacak kadar X

demem o ki,bazen bu ki,ama kararsızımdır da bazı bazı şudur ki bilinçaltımın kindar kalkınma planları yapmasına itirazım var.
yerden göğe kadar bir posta obcekşın.

(not: çok iç boğucu ve kişisel olacak)

bi bira açtım şimdi, klavyeyi yoğun kullanacak olmasam sigara da yakardım da salla. duman çalıyor arkada, "haberin yok ölüyorum"... lise son geldi aklıma, sevgilimden ayrılmıştım da shahaian bana bütün gün loopa alınmış şekilde haberin yok ölüyorum ve her şeyi yak dinletmişti, evet, arkadaşlığımız sadizm üzerine kurulu.
neler oluyor, neler bitiyor, karnımdaki kelebekler "misery is a butterfly"a neden bağlanıyor, yakınmak veya "neden" sorusunu sormaya hakkım yok biliyorum ama gene de iç döküntüleri rahatlatıyor minik minik.

ne yaparsam 3 katı dönüyor geriye, bu sayede neredeyse hiç iyilik yapmadığımı fark ediyorum ya da başıma gelen güzel şeyleri göremiyorum. harcanmış bir koca ay geçirdim, sinirlerim yıprandı, kalbim "evet çok romantiğim" cidden kırıldı. bunun sonu ya meczupluğa ya da histeriye varacak diye korkarım.

sanırım en büyük sorunum olan olaylar arasında vakit bırakmamak... bir şekilde her şeyin üst üste gelmesini sağlıyorum ve derin acılar ya da mutluluklar ya da şunlar bunlar yaşıyorum. ondan sonra da boşluk oluyor. bu kadar aksiyondan çıktıktan sonra boş kalmak daha beter yapıyor.

gereken tek şey biraz soğukkanlılık ve çalışkanlık. bi staj falan ayarlamalıyım kendime. bişiler yapmalıyım, bunların başında da ders gelmeli. hayalperestlikle idealizm arasındaki çizgiyi koyulaştırmalıyım.

"on the surface simplicity, but the darkest pit in me..."

buraya kadar dayanan varsa onları lise 2'de yazdığımız bir şiirle ödüllendirmek isterim:

"arkadaşımın adı nens
var gözünde renkli lens
lensini düşürmüş nens
hadi, lets go dens

aldım elime bir pens
yaptım pörfekt tens
lensini düşürmüş nens
hadi, lets go dens"

saygıyla eğilir, huzurlarınızdan çekilirim.

ah minel aşk xxxxxx
"alev denizini mumdan kayıkla geçmektir aşk" xxxxxxxxxx
non, je ne regrette rien XXXXXXXXXXXX

Unutmuşum, pudra'nım ve tozluraf'nım katıldılar bize. Nickleri de ne kadar uyumlu. Hoşgeldin diyoruz, kendilerinden yüksek randıman bekliyoruz.

Bu pudra'nın, bu tozluraf'cağzın.

iyi saatte olsunlarla apartmancılık oynamakXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

ders çalışıcam diyip diyip çalışamamak XX

rihanna dinneyip oynamalar XXXXX

~~~~
pastalı pastaneli film gelmedi aklıma, varsın benden de bi dizi olsun: weeds. paravan şirket tabi.

ps. süprüzlerim olucak.

Pastalı, pastaneli filmleri listeliyoruz. Niye bilmiyorum. Lazım arada. Zaten dün akşamüstü uyukladığımda yine pastane temalı rüyalar gördüm. Neyse. Başlıyorum, devamını getirin a dostlar.

* Chocolate
* Karşı Pencere
* Sympathy for Lady Vengeance
* Stranger Than Fiction

Başka gelmedi aklıma. Gugıl'dan aratıp izlemediğiniz şeyleri yazmayın. Dögerim.

Ve son olarak: Ne zaman garaj kapatıyoruz kanka?

Zaten sabah da çorba içtim. Ama ben zeytinyağlı günaydınlara hasretim. Sütle fıstık ezmelerine. Akşam yoğurtlarına. Sütlü kahvelere.

Kadeşüt beyin eylembilimsel ve sosyolojik yaklaşımlarını biiğr biiğr inceledim okudum. Eğlendim. Mamafih saçmalamak için bilgi gerektiren janrlar olduğundan kendisini bu konuda yalnız bırakıyorum. Günün ve hatta uzun haftaların ikslenenlerine geçiyorum:

feysbuktan bu dyke mı değil mi diye sormaca XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
oda arkadaşının laptopunu sömürme XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
bir gece evvel showband için çalışıldığından ötürü bütün kaslarda böyle bir sızı, ama tatlısından, hissetmece XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
kitap okuma ders çalışma isteği ancak bunu bir türlü yerine getirmeme XXXXXXXXXXXXXXXXX
piano magic geliyomuş laaağn modu XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
gubidik içecekler üretmek istiyorum XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
daha da önemlisi pastane açmak istiyorum XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
yarım kalan stranger than fiction'ı bitirmek istiyorum XXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
white chalk ve fur and gold ne güzel albümler diyorum ayrıca XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
bir de camadamlar var ki tüm queer aleminde promote edilmeli her şeyden önce XXXXXXXXXXXX
garajistanbul da çok güzel mekanmış, biz ne zaman garaj kapatıyoruz kanka XXXXXXXXXXX
pdfleri ve çikolatalarıyla hayatıma bambaşka bi boyut kazandıran selim XXXXXXXXXXXXXXX
pınar'la piskoloci arka bahçe ve börek XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
deniz'le soya soslu haftasonları ve kış şarabı XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
kütüphaneme hızlı bir giriş yapmış olan hayali yerler sözlüğü XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
suna ertuğrul ertuğrul ertuğrul XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
kargolar, mektuplar, pttler XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/

uzun uzun saçmalamayı istiyorum. hele bi leptap gelsin.


 

Bugün Konuşanlar | Kollektif Beyin Boşaltma Saçmalama Saçmalatma Çarpma Çarpılma Çarpılama Alanı | 2007-2009 | Tüm Hakları Çamaşır Dolabının Çorap Çekmecesinde Saklıdır