Vantilatör kulağımı emiyor. Çokça yaşadığım semtin bilmediğim bir mahallesine, kendisini hiç bilmemiş olsam da ağaçların binalara olan mesafesi ve balkonların yere yaptığı açılardan dolayı adını hemen verebiliyorum. Mutfak tezgahında balıklar can çekişiyor. Karşı karşıya bakışmalar, göz kapaklarındaki katlanmalar, çenelerin hareketleri, masada çatal bıçak sesleri, meyvelerin suları çoğalıyor, önümüzde bir evlilik gerçekleşiyor yaz yaz gece gece si. Bakmasalar her an yanımdaki birini öylece öpebilirim, diye geçiriyorum aklımdan. Sakalımı kaşıyorum, sokaktaki tozlar ufak ve sıcak bir rüzgarla çamura dönüşüyor, renkler kına denen maddenin tanımsız rengine bürünüyor. Aklımdan öylece geçen her şeye sadık kalmaya çalışıyorum ama sorular bu zorlama durumu daha da zorlaştırıyor. Özel hayatımız kibarca sorgulanırken biz büyük bir arsızlıkla masanın altında dolanıyoruz, gezinerekten, iç içe geçmek suretiyle. Arabanın koltukları ikiye ayrılıyor, üstünde sevişilen ve sevişilmeyen. Tüm dünya insanları bir uçurumdan şehir ışıklarını izlerken ale, lager ya da pilsener'dan birini seçiyor, hoparlörlere hemoroid yaşatmak pahasına sesi açıyor, ya Thomas Fersen ya da Ferdi Tayfur dinliyor. Biz otları, tek tük ağaçları, kuru dere yataklarını geçiyoruz ve tüm kara boşluklar Piano Magic ile doluyor. Arka koltuğu ortalarken koltukaltımdaki büyük şişliği farkediyorum; gün biterken uyanıklık başlıyor.
özetlen... ferdi tayfur, piano magic, saint marie, seatbelts, thomas fersen, yaz