ben doğmadan çok çok evvel anlamlar denizinde boğulan biri kız biri erkek iki kişinin ne suçlar işlediğini bilememiş olan annem, elinde kolalı bezi, içinde çektiği bir nefes (ki yıllar yılı bırakmamıştır aynı nefesi, çürüm çürüm çürümüştür şimdi kim bilir) pencerenin başında oturdu ve canının dünya meyvelerinden çekmesini diledi, bir umut. ciddiyetsizliğini meşgale edinmiş bir ailenin bir oğlu babam ayağını paspasa sildi, kapıyı sonra çaldı, kimin o saatte odalarda koştuğundan emin. evin önünde bürokrasi sokak, arkasında askeriye caddesi, tozlu tozlu yanıt verdi kapı, kimdir o? annem kapıyı açmadan önce bürokrasinin ötesiyle askeriyenin berisi boy'na bostanlıktı.
çıngıraklı yılanlar gibi ses çıkaran koyu mavi bir araba, kırmızı bir topa benzer ev evladiyesini ankara kışlarının çamura ve aceleye bulanmış karlı yollarında yuvarladı durdu. götürdüğü koca binanın çivisi çıkmış tahta zemininin üzerine çok sakin ve sessiz bir "tokk" sesiyle düşen evladiye, öğretmeninin sözünden hiç çıkmadı ve her evladiye gibi o da minimini bir kız çocuğunu kucaklayıp içinde farelerin fransızca öğrendiği tuvalete götürdü, sağır dilsiz taklidi yaptı, kirli dudaklarından öptü. o günlerde o okulun etrafı boy'na bostanlıktı.
güneş yakıyor ay yakıyor evladiyenin saçları kirli rüzgarlar gibi kokuyordu. her nasıl olduysa o kapalı, o içine çekilmiş şehirden uzaklaşır uzaklaşmaz bir deniz meydanına konmuş, büyümüş, serpilmişti. tam o zamanlarda bir bedeni olduğunu unutmuş, sadece kafadan ibaretmiş gibi yaşamakta idi. gözleri sınırlayan duvar diplerine oturmuş yeni çıkan uzuvlarından konuşuyordu oğlanlar. onlara katılıyor, onlar gibi konuşuyor fakat onları anlamıyordu. eve giderken koştuğunun farkında bile değildi ki acı duysun içinin dalgalanmasından. evladiye cühelalığına bir çift çorap giydirirken orlağ burlağ şurlağ boy'na bostanlık ve oğlanlara aitti.
bir gün annem uyanmadığında evladiye artık saçlarını kendi taraması gerektiğini anlayıp topyekun ellerinde jilet topyekun lavaboda kıl gülümsedi karşısına. oğlanlar aralarına birinin daha katılmış olmasını kanıksamışlardı vakit geçmeden. ne var ki şehr'i vaha artık evladiye için farklı bir yerdi ve anlayamayacağı hızla küçülüyordu elbiseleri, bilekleri paçalarından taştığında bir eti olduğunu farkedip sessizleşti, büyük eylemleri bıraktı, yorulmamalıydı ki yorulan annemi görmekteydi artık her sabah. o zaman bütün dünya boy'na bostanlıktı onun'çün. ve onun idi.
kuşların göç edişini gördüğü gün, ya gidecek ya da bir eve zorla girip... bu ikilemin düğümünü iliğinde hissettiği gündür. uzak mesafeli tüm konuşmaları es geçerek babama nispet gönlüne kısmet kaldı, kaldı ve bir silsile halinde hatalı zar atışları, beyaz topu deliğe yuvarlayışları, faullü vuruşları, kart çalışları hasıl oldu. çimlerde yuvarlandı ve ağzından köpükler saçtı, aşırılığı özü belledi, havaya sıçrayıp parçalandı, parçaları çiçeksiz bitkilerin yapraklarına döküldü. daha geçen gün dinlediği bir şarkının kime ait olduğunu hatırlayamayışından büyük nümayişler çıkardı ve bıyıkları ter içinde kaldı, odasına girdi, sesini kıstı, uyuyakaldı. odası bir ucundan bir ucuna yazıyla dört metrekare boy'na bostanlıktı ve onun içindeydi.
tesadüfen rastladım size diyemeden bir kadıncağ'zın eteğinden tutup toz dolu yollardan, yolların ritmine uygun adım geçip gitti. ellerini kavuşturdular, elleri kimseye yalan söylemiyordu, evladiye kadar kadıncağız da heyecanlı ve limitlerini aşmış idi. tanışalı beri ay yıl gün hafta ve saat hesabı yapmayı imkansız kılacak biçimde zamanı bükmüşler, bir ömrü birlikte taşımış gibi birbirine pek alışmış ve vedaları hep erken gelmiş saymışlardı. bir gün eski bir şehrin pislik kokan tren garından tarihi denen şeyi defalarca nerelere götürdüğü bilinmez bir trene atlayıp ay'a gittiler, rötarlı rötarsız. ay'da isimlerini unuttular ve şu küçük uyduda orlağ burlağ şurlağ boy'na aynalıktı ve onlarındı, öbür taraftaki kendilerine dolanıp düştüler, sarılmış bir biçimde uyuyakaldılar.
ayrıca bknz. http://ttku.org/2007/08/gum.html
Sınıf Panosu
Serj Engin
Kaynak Kitap Niyetine
Parmak Kaldırarak Söz Alanlar
Ara ara kayboluyor bu parmaklar, garip oluyor. Başlığı altı boş kalmasın diye açıklama yapmak zorunluluğuna gittik biz de.
nasil yaziyorsunuz boyle guzel seyleri ben anlayamiyorum, sasirip kaliyorum guzellige.
asıl ben sizin yazışlarınızdaki güzelliğe hayran kalıyorum bayan. bunlar o güzelliğin içimdeki aciz hareketleri sadece. nolur hep yaz yani. çok özel bir keyif veriyor senin cümlelerin, inan.