http://www.whitecube.com/artists/hirst/


Bugün Istanbul'un bomboş yollarında kendime yürüyecek bir alan bulamadım. Bu cümle ne imâ kaygısı taşıyor, ne oksimoronik hesaplar içinde, ne de bir edebiyat öğrencisinin kendini anlatma çabası arkadaşlar. Üç gündür yataktan çıkmak istemiyorum, nedense bana bonkör davranana rapidshare'den tonla albüm indiriyorum, hayır üye de değilim. Boşluktayım ama bu boşluğu koca yurtta bir göktürk ve bir senegalliyle kalınca hissetmeye başlayıp, bomboş Çırağan Caddesi'nden yavaş yavaş - her zamanın tersine- yürüyerek hava almaya başladığım iki demlik zaman vuruşlarında hissetim. Zaman ve mekândan sıyrıldım, evet, sonunda istediğim belayı buldum. Ben, düşündüklerimi size aktarmak da istemiyorum aslında, aslında benim kaygılarım var, size kompozisyonlarla çıkıp geleceğim. Ryan McGinley, Gottfried Helnwein ve Damien Hirst eserleri üzerinden yazılar yazacağım size, kaygımı törpüleyip kendimi sevicem. Şimdi size şahsıma münhasır boşluğumun ne denli huzurlu bir huzursuzluğu olduğunu gösteren parçayı sunuyorum:

Kammerflimmer Kollektief- Palimpset

BK'dan olay yaratacak paylaşım... (O da yalan, aramalar sonucu faideli türk forumlarının birikimini çalıyorum dolu dizgin)

http://rapidshare.com/files/28431212/Mezdeke_1.rar
http://rapidshare.com/files/28431261/Mezdeke_2.rar
http://rapidshare.com/files/28431288/Mezdeke_3.rar
http://rapidshare.com/files/28431345/Mezdeke_4.rar
http://rapidshare.com/files/28431437/Mezdeke_5.rar
http://rapidshare.com/files/28431564/Mezdeke_6.rar
http://rapidshare.com/files/28431572/Mezdeke_7.rar
http://rapidshare.com/files/28431614/Mezdeke_8.rar
http://rapidshare.com/files/28431631/Mezdeke_9.rar
http://rapidshare.com/files/28431695/Mezdeke_-_10.rar

pass: www.delimiyiz.biz

Paylaşılmalı, paylaştırılmalı...



İlker Bey'in şok açıklamalarına (“Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri
içine yuvalanan post-modern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler.”) (ayrıca bknz. bianet)
içerleyen bir grup insanın (including me, pınar, selim, michel foucault, fatih ürek) yürekten tepkisi-talebi.

Fatih Ürek feat. Michel Foucault - Sus (Şarkı sözlerini hakikaten Tsk için düşününce, mükemmel bir taşlamaya dönüşüyor, ben yaptım oldu)

Bugün baydım, biliyorum, bu sebepten kendimi affettirmek için hizmetlerde bulunayım dedim.

Bir önceki yazıda da belirttiğim üzere, leptapımın dividiraytırı bir dividiyi 1 (bir) saatte yazıyor idi, uzunca bir süredir. Nero bu konu için dma memea gibi arıza uyarıları veriyordu. Eşe dosta sormuştum ve bir yardım alamamıştım; "bir gün vatankömpütere gider tamir ettiririm" diyordum. Mamafih az evvel benim bilgisayarımın 90 günlük sınırlı garanti ayakları ile elime geldiğini, dahası uzatmak için annemin satın alırken herhangi bir şey yapıp yapmadığını hatırlamadığını öğrendim. Öyleyse, bu problemi tamircilerin eline bırakamazdım, kendim çözmeliydim.

Aradım, forumcu oldum, taradım, sunulan çözümleri, hadi bir cesaret diyerek, büyük sıçmak pahasına uyguladım.

Şu an elimde boş DVD yok ve test edemiyorum, ama anlatılan doğru ise, sorunum çözülmüş demektir.

Şimdi sorunun kökenine inelim.
Bu yavaş yazma hadisesi, dvd romların güç kullanma modları ile alakalı imiş. İki mod varmış, dma ve pio modu. Zaman zaman rom'lar kendini pio moduna alabiliyormuş çeşitli sebeplerden, uzun uzadıya okumadım niyedir diye. O moda geçtiğinde de yavaş yazıyor-okuyormuş. DVD rom'umuzda bi hıyarlık yokmuş.

Bu pio modundan dma moduna geri döndürmek için, driver'ları resetlemek gerekiyormuş. Bunun için bir script yazmış abiler sağolsunlar. Onu uyguluyorsun, resetliyor, çiçek gibi ultra dma modu ile geri dönüyor alet. Akarı yok, kokarı hiç yok. Henüz.

Dell forumunda açıklanan çözüm için buraya, scriptin olduğu sayfa içinse buraya tıklayınız gönül dostları. Bir gün BK'da bunu yapacağım aklıma gelmezdi. Bilgisayar forumu artırep havası yaşattıysam affola, ama eminim buranın ikidirhembirçekirdek yazarlarının bir kısmının başına geliyor bu türden zırtoluklar, afiyetle düzeltsinler isterim. BK olarak dayanışmak vazifemizdir. Popülarizm ise göbek adım.

[Şimdi google'dan aratıp buraya gelirlermiş, bilgisayar temalı bilog (berk, nağber?) sanıp bukmark filan ederlermiş, aman diyim. Trekırdan bakıcam. Zaten ne zamandır sinirim bozuluyor, bütün ahlaksız ayıpçı aramalar buraya geliyor, anlamadım gitti. Çok mu terbiyesiziz farkında olmadan bilemedim.]

emeğe saygı, rep'ler ellerinizden öper...deeermişim.

Canımsın BJK, kanımsın BJK!...

Öncelikle hocam Berk Bey'den ödevinin ortasına mum diktiğim için özür diliyorum, bu yazıyı okuyanlar, alttaki posta da baksınlar, blog aleminin selameti için önemli bir ödev olduğu kanaatindeyim.

Ama dayanamadım.
Booomboş ve kocaman kampüste avazım çıktığı kadar bağırmama rağmen rahatlayamadım.
Olmadı, kasık ağrılarım durmadı, ıslanmış ayakparmaklarım sızlamaktan vazgeçmedi.
İşte burdayım.

***

tüm bu olaylar silsilesini başlatan, bu yazıda adı gbeyinevarkadaşı adı ile yer alacak olan kişidir. g.bey ise kendini biliyor. (evine sağ salim varmış olman dileğiylen...)

bırendının annecağzının teee uzak şehirlerden ayakkabılarını ve kitaplarını ulaştırmak için binbir zorlukla petete'ye götürüp postaya verdiği iki adet küçümen koli, çeşitli sebeplerden ötürü g.bey'in evine gidecekti. gitmeliydi. gitti de. ne var ki, g.bey'in bayram sebepli memleketine gidecek olması işi bir miktar çetrefilli hale soktu. neden mi? aaaz sonraaa...

***

gbeyinevarkadaşı günler günler öncesinden uyarılmıştı. bak denmişti, bu eve hatun için koli gelecek, onları al denmişti, onlara iyi bak denmişti. gbeyinevarkadaşı söylenenleri anladığını belirten birkaç elkol hareketi bile yapmıştı. ne var ki, tüm uyarılara rağmen, evin kapısına gelene dek asansörsüz altı kat çıkarılan koliler, gbeyinevarkadaşının ağzından dökülen "ben..ben bilmiyorum" sözleri ile, yağmurlu bir cumartesi öğleden sonrası ilgili petete şubesine geri götürüldü.

kolilerin akıbetinden bihaber bırendın ise, sigara almak için koca dağı tırmanmadan evvel, gbeyinevarkadaşını aramayı akıl etti, ne oldu bizim mallar diye soracak, eğer teslimat yapılmış ise sigaranın yanı sıra bir takım alkollü içecekler de alarak gbeyinevine yollanacaktı. telefonu açtı. arama ilk dırt sesiyle yanıt buldu. sorular soruldu. acı gerçek şu sözlerle ifadelendi: "ama ben.. yani bana bir hafta önce şeyetti gbey.. yani ben ne biliyim.."

tüm bilgilendirmelere rağmen, bir koli hadisesi olduğunu tamamiyle unutan, kolilerin prezansında bile bunu anımsayıp bi alo demeyen gbeyinevarkadaşı, telefonun öbür ucundaki bırendın'ın aklını yitirme sekansını işte böyle başlattı. oysa bırendın güne ne de güzel başlamıştı! kahvaltı etmeyip çay-sigara sularına atılmış, arada birkaç aspirin içerken internetlerde ananıniyolayyeye adlı efsane parçaya kavuşmuş falan, sevinmiş, ne bileyim, feytlıs dinleyesi gelmiş, mayın tarlası oynamış, yağmuru sevmiş... oysa acı gerçeğin ortaya çıkması ile, bırendın, ayakkapsız, kitapsız birkaç gün daha geçirecek, annesi yine bir sürü zahmete girecekti. bir ümit petete'ye de gitti, ancak petete erkenden kapanıyordu cumartesleri. ertesi günün pazar olması, pazartesinin ise bayram arifesi olması, bırendının ümütlerini kırıyor, ümüğünü sıkıyordu.

tüm bunları unutmak için sigara almaya gitti. düzeltmeli; bırendın pek sigara içmez, daha çok tütün sarar; tütüncü abisi ise tablasını açmamış idi. gitti gazte aldı, marketten ton balığı ve üstünüze afiyet çikolata aldı. yolda hırsla yedi. annesi ona bilgisayarının garanti süresinin "çok yakında" dolacağını haber etti üzerine. bir an evvel vatankömpütere gitmeliydi. dividiyazmama problemini çözdürmeliydi. ve bunu çok daha önce yaptırmış olmalıydı. kendine kızdı, "bir yıllık garanti süresi mi olur" cümlesi eşliğinde üreticilere küfretti.

o sırada başlayan sağanaktan ayakkapları ıslandı. çorapları ıslandı. ayakları ıslandı.
kasıkları ağrımaya başladı.
sırtından soğuk terler boşanıyordu.
kapşonuna rağmen kafasına kafasına vuran sert yağmur damlalarının sesi da cabası idi.
işte tam bu sırada kocaman kampüste tek başına olduğunu fark etti.
avazı çıktığı kadar "hüvüenaaayyyyhhhhhhıııaaaaa" diye bağırdı.
durdu, etrafına baktı, hiçbir şey değişmemişti.
odasına girip su kaynattı.
bunları yazdı.

***

çıkarılması gereken sonuç. enayi olmamalıyız, enayi olanları uyarmalıyız. ama daha da önemlisi, en ufak bir aksilikte yavşamaya meyilli olan sinirlerimiz. kontrolümüzün minicik şeylerle kaybı. keskin sirke küpüne...

(yakında hürrüyette yazıcam, belli oluyor di mi)

Legoblog

Günümüzün iletişim ve paylaşım araçlarından biri olan internetler dünyasının bir alt kümesi olan blog-blogosferde, hocamızın da belirttiği üzere pek çok blok-grup peydah olmuş, takip ettiğim kadarıyla da iyi işler çıkarmışlar ve çıkarmaktadırlar. Ödevin özüne inebilmek için ise, pek çok blog kullanıcısını bir araya getiren çoğulcu blogladan ziyade (bknz. şanlı bilogumuz BK, etrafta, vs) veya sadece dosya paylaşımı yapan ve bu anlamda bi ortaklık kuran blog ve komşularından ziyade, kişisel bloglar üzerinden bu gruplaşmayı örneklemeyi deneyeceğim.

Bu noktada ise, herhangi bir kişinin üzerinden kendi grubunu anlatma çabası bir anlamda afişe etmeye varabilecek olumsuz sonuçlar doğurabilir diye düşünüyorum. Örneğin BK üyelerinden biri olan Burak Bey'in kendine has bir enturajı vardır, kendileri edebiyat, müzik, sinema gibi konularda kişisel yazılar yazarlar, komşularını da bu tür yazılar yazan insanlardan ve hatta aile üyelerinden seçmiştir. Bununla beraber, ipliği en kolay pazara çıkarılacak kişi ise, bu yazıyı yazma cesarti ile birleşitirlerek, şahsım olmaktadır.

Ancak önemle belirtmek isterim ki bu çalışma "bakın ben ve biz nasıl da gangsta'yız" türünden bir söylem içermemekte, samimi sıcacık çikolata tadında falan bir ödev kağıdı teşkil etmektedir.

Blogum ve linkini verdiğim komşularımın gruplaşma noktasını ifadelemem için, kendi blogumdaki tematik ağırlık merkezini seçmem gerekiyor. Aslında bu zor bir şey çünkü çorba haline geldi konular, gündelik bir "sevgili günlük" havası yok değil. Ama bunun dışında insanlarla ortaklık kurduğum konular müzik ve sahne sanatları alanlarına dahil gibi duruyor. Eli yüzü düzgün sayılabilecek yazıları da bunlar üzerine yazıyorum zaten.

İşte tam da bu konularda üretim yapan fanzinella.blogspot.com, dinoaah.blogspot.com, hurhilmipir.blogspot.com, bozukkaset.blogspot.com, suetkafa.blogspot.com, örnek olarak sayılabilir bu tür bir gruplaşmaya, ki bu insanlar da birbirlerinden haberdarlar. Ortada örülmüş bir kader birliği ağı olduğu bile söylenebilir, uğraşılır ve linkler takip edilirse L Word Chart'tan beter sonuçlar çıkabilir. Aynı şekilde Boğaziçili bir takım rahatsız indie olarak kocakafa.blogspot.com, farkyaralari.blogspot.com, phrenologist.blogspot.com, bakanel.tumblr.com da bir grupta toplanabilir.

Dışarıdan ise dino (dinoaah.blogspot.com) kişisinin enturajı örnek verilebilir. Kendisi sahne sanatları, görsel sanatlar ve çağdaş sanat gibi başlıklar altında toplanabilecek, bir ajanda havası taşıyan, inanılmaz faydalı bir blogun sahibi olmakla beraber, link listesinde de bu gibi insanların-grupların-kuruluşların adreslerini barındırmakta. Bu anlamda orası başlı başına bir blok hakikaten, kendisini bilmeyen-duymayan yok ve bu tür konularda bilgi toplamak için de ilk adres seçiliyor. Gaztelerde-dergilerde haberleri-yazıları görülüyor.

Ha ama bunlar salt bir toplumsallaşma güdüsünden mi yapılıyor? Büyük bir etkisi olsa da, dapdağınık ve yığın haline gelmiş kişisel alanların tematize edilerek sunulması, böylece bir kaynaktan diğerine ışık hızında geçilebilmesi, insanların birbirlerinin bilgisini-fikrini tamamlaması şahane-şugar ve kişisellikten uzak görünüyor. Kişisel alanlar bu şekilde işlevsellik kazanıyor, internetlerin koca ormanlarında kaybolmaktan kurtuluyor.

Sanırım şimdilik sadece bu kadar.

NOT: Bayram sezonu açıldı, aile ziyaretinden kaçmak isteyeni yazmaya davet ediyorum. En azından benim yapacağım budur.

kendi blogumda yazdığım ve sıfır (rakamla 0) ilgi gören, şopar merakımı doyurmaya yönelik bu yazı/ödevi ilginize sunmak isterim.


ego; fazla gelişmiş psikolojik savunma sistemidir.

kendinizi özel hissetmeniz egonun görevidir. sizi geri kalan yedi milyardan ayırmak onun görevidir. ve bu görevi beceremez. kurnazdır, becerdiğini hissettirir. inanırsınız.
bilinciniz yeni yerine gelmeye başladığından beri kendinizi hep ileride, ulaşılması zor olan noktaya koyarsınız hayal kurarken. ama başlarda hepimiz aynıyız değil mi? ilkokul sıralarını ve arkadaşlarınızı düşünün. hepinizin üzerinde aynı üniforma, sizi ayıran tek şey çok da farkında olmadığınız cinsiyetiniz. yüzünüzün tipi. boyunuz, kilonuz. kokulu silginiz olup olmaması, renkli kalemtraşınız. sadece fiziksel.
büyüdükçe ortamdan ortama aktınız, o insanlardan ayrıldınız. yenileriyle tanıştınız. egonuz gizlice çalışıyor biriktiriyor. karakter veritabanı oluşturuyor bilinçaltınızda. ileride lazım olacak; bunlardan birini seçmeniz lazım.
insanoğlu son iki yüzyılda medenileşme yönünde farkedilebilir adımlar atsa da, içindeki ilkelden hiç kurtulamayacak belki de. etrafınızda binlerce kişi dolaşmasına rağmen yalnız hissedeceğiz. ve o kabile bulma ihtiyacı, sürüye katılma hissi egomuzun getirdiği özel hissetme ve kendini ayırmayla birleşerek konumuzun ana başlığını oluşturacak;bloklaşma.
tdk> blok: 2. birden çok bölümü bir araya getirilmiş olan, bir bütün oluşturan.
biz bölümleriz, bütün blok. metalciler, tikiler, emolar gibi çok yüzeysel ve kokuşmuş bir örnek verebilirdim. bu konu sosyolojik ve psikolojik açıdan, onlarca sınıflandırmayla incelenebilir, o derece derin. biz daha ilgimizi çekebilecek bir ortamda, sanal bir somutlukla bloklaşmanın en hasının yaşandığı, blog dünyasında araştırmamızı gerçekleştirelim.
sınıfları, blokları nasıl ayrıştırabiliriz? çok basit. başlangıç noktası olarak bir blog belirleyin. diğer bloglara verdiği linklerle kendisi birbirleriyle ilintilidir. ve hepsini ifade edecek ortak bir başlık bulabilirsiniz.
mesela "yemek tarifi veren otuz yaş üstü kadınlar".
ödev: seçeceğiniz herhangi bir blog blokunu en güzel örnekleriyle, irdeleyerek anlatınız. isterseniz birden çok tane seçin. valla.

...bu ağlama kabininden bizim yurtta da buldum bir tane, duşakabin diyorlar bizimkiler kendisine. açtım suyu, benim yerime ağladı falan. işin cıvığı, ağlayamıyor insan bazen, sanırım bunun sebebi ben küçükken evde ağlama kabinine benzer bir şey olmamasaydı, arada gardroba girerdim, orda da ağlmaz ''crazy little things called love''ı dinleyip, karanlıklan meşk ederdim. bir kere kilitli kaldım orada, kilidi kırıp çıkmıştım dışarıya. şimdi derslerde kafka, poe moe okurken aklıma gelir o kilidin rokokko style çakma yapısı. ağlama kabini, bence devlet tarafından herkese sağlanmalı, durumu iyi olmayanlara burs gibi dağıtılmalı, ki o da kurumsallaşsın, meşrulaşsın, herkes günlük bir destur haline getirsin ki bunu, sığınacak bir dünyamız daha kalmasın. ağlama kabininin işine işemeyin, içinde içlenin ama işemeyin işte. umumî bir oluş bazen oraları.

evet, kaotik çıkmazım olan yaz mevsiminin sona ermesi ilen birlikte en sonunda yaz uykumu bitirip sizlere tekrardan marhaba demenin haklı gururunu yaşıyorum. bi de soda içiyorum ama konudan bağımsız bu tabi.

iki saattir bir iso dosyasını mount edecek programı kuramamanın sıkıntısı az önce kalktı üzerimden, meğerse rebootmuş derdi. reboot! yeniden başlatma. peheheyt, biz de hayatına kurulacağımız insanlardan reboot mu istesek? ya onlar bizden isterse? nası olacak bu?

ağlama kabini hımm?
ağlama kabini dediğin aletin içerisinde 2 tane eleman vardır, bir bank ve bir mp3 player. ve fakat bu bankın kalamış koyuna bakması, mp 3 playerın da içerisinde isteyene adını verebileceğim (halka açmak tehlikeli olabilir) bir ya da birkaç parçanın olması elzemdir, aksi halde ben o kabinde anca çişimi yaparım.

absinth absinth diye etrafta dolaşan gençliği 3 dövüp 1 saymak istiyorum izninizlen.

yeni eğitim-öğretim yılına giriş olarak vereceğim ödev ise çok yakında!

kib öptüm bye

Ağlama kabini, arınma olduğu kadar ıslanma ve kirlenmeyi de barındırır. Bununla birlikte ağlama kabini, tarihsel kırılma sonrası zamanın ve bu zamana ait insanların tek umudu olabilir. Burada söz konusu olan "güçlü olan ağlamaz" pozuna bir karşı çıkış değil, aksine, güçlü olma, bedeni ve zamanı aşarak bir kurtuluşa kavuşma olasılığını temsil eder. Kabin, sadece uçaklara değil, mekansal bağlara sahip uzamları da, yani sabıkalı sabıkasız şehirleri de işgal edebilir. Örnekler için sarajevo sokakları, prag çöküntüsü ya da buenos aires taşkınlığına göz atılabilir. Ağlama kabini omurgamızın C şeklinde kıvrılma lüks olan tek yerdir-klavye başı hariç. Ağlama kabini, anne kokusu alma şansımızın bulunduğu yerdir. Ağlama kabini, anadan bağımsızlaşabilen de bir yerdir ayrıca. Tekildir. İsimsiz ve sıfatsızdır. Gizlidir. Sırsız ve rezillik doludur. Ağlama kabini, göbek deliğimizin içindedir.

yurdun (uçaksavar-boğaziçi) deposunda zemin suylan kaplanmış XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
tüm eşyalarımızın ebesi bellenmiş XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
yönetimden ayrılırken ihale takan rektörü ben... XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
o ihaleyi alıp işini bitirmeyen firmayı ben... XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
işi pişkinliğe vuran mühendisi ben XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
eşyamıza sahip çıkamayan yurt müdürlüğünü ben... XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
sürüm sürüm süründürücem, zararımın karşılığını alıcem XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
boğaziçi: amerikan kafası, türk uygulaması XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
sevmiyorum işte, sevmiyorum, sevmiyorum XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
ayrıca bu yazıyı bi türlü yayınlamayan bloggerın da allah belasını versin XXXXXXXXXXXXXXX
ortalık da çürümüş karpuz kokuyor XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
sylvain chauveau, sen de, senn deee XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
otomatik x butonu falan mı tasarlasak, elim yoruldu XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

orhan bey'i eskiden de sevmezdik. müziğe katlanamadığı deklarasyonlarına kadar gider bu, o kadar eski. ama asıl problem sevmemek de değil. bir yazarın sevilmesi/sevilmemesi üzerine bunca sansasyon olması. ya da bunu sadece orhan pamuk üzerinden yapılması -ha bi de yeşermiş gelin elif shafuck var-. kendisi mütemadi olarak gündemde kaldı. ki böylesi bir şöhret çılgınlığının zaman kırılmaları yaşatacağı aşikar. meslektaşlarım konuyu hem matematiksel hem de psikolojik anlamda derinlemesine incelemişler. bana söz söylemek düşmez. ancak benim gördüğüm kadarıyla kendisinde yaşlanma belirtileri söz konusu, bu yüzden de geçen yıllarrrrr konseptine dalgın gözlerle kendini kaptırmış olabilir. bu tırto inceleme için üzgünüm. ne var ki x'leme sekanslarına geçesim var.

koca oda beni aştı XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
ve bu aşma ile gelen "sardı korkular", sıkıntılar, çıllldırıciğmler XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
hoşçakallaşamama a.k.a. homsiknıs XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
f. ürek ile m. foucault postmodernizm avcılarına karşı: çok yakında! XXXXXXXXXXXXXXXXXX/
BKLife dergisine çok samimi pozlar verdiler! XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
turuncu ve sessiz şimşekler ufku siliyor XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
üzerine hans zimmer çalıyor XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
gökyüzü bir ekolayzır adeta XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
"efendim benim kızım dicey" XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
plastik çatal, kaşık XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX/
küçük besleme olma arzusu XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

Orhan'ın adı aslen Orlan olup, kendisi meşhuur yüz ameliyatlarından birinde tercih ettiği eril yüze sahip olduğu dönemde bir süre de bu kimlikte ve Türkiye sınırları içerisinde ikamet ettikten ve halkın bütün problemlerini bu beş on sene içerisinde çözümleyip dokuz kitap sayısız makale ve klasik dünya edebiyatının ellinci basım yapan çevirilerine önsöz, sonsöz yazdıktan sonra buraya kadar demiş, ve nüyork'a geri dönmüştür, bu kimliğini çok, pek çok benimsediği iddia edilen orhan veyahut nam-ı diğer orlan, kendisi yerine yüz ameliyatlarına devam edebilecek bir Öteki arayışındayken kimlikler, gerçek, sanal gerçeklik birbirine girmiş ve entellektüeliği tartışma götürmez yazarların makalelerinden içi şişmek suretiyle gazetelere ne idüğü düzenli hata verme potansiyelinde ve bu potansiyeli mütemadiyen kullanan, performansı yüksek beyanatlarda bulunmaktadır. Özellikle kendisini okumayanlar tarafından eleştirilmesiyle ayrıksı bir yerde duran orlahanımn etnik kökeni (portoriko kökenli abd vatandaşı, honolulu soykırımı şahitliği gibi açmazlardan muzdarip) ve sosyal sınıfının getirileriyle ilgili bir takım insani sorunları olup kendisin lakanyan psikoterapist emanuel pele ile zorlu bir analiz sürecine girmeye hazırlanıyor. Hazırlık maçında sarkozy'e beş çeken orlan: formdayım dedi.




*Zaman
**Bükülmece
***10 yıl? 6 yıl?
(ne olur ne olmaz)





"Öhehem..!" diye ibrahim tatlıses tarzı boğaz temizleyerekten gireyim

konuya. Bu zorlu ödeve başlamadan evvel çok araştırma yaptım,

kütüphanelerde sabahladım, 100 kişiye sordum 98'inden cevap aldım ve işte

burdayım.

Şimdi; resmi kayıtlara bakarsak Kar romanı 2002'de basılmış. Hemen

müyendiz kişiliğimi konuşturup hesaplama yapıyorum, 6yıl önce yazmaya

başlamış olamaz Kar romanını çünkü kitap zaten 6 yıl önce basıldı (burada

Nobel ödülünün başka skimdirik nedenlerden ötürü verilmediğini ve Nobel

ödülü alacak bir kitabın birkaç günde yazılamayacağını varsayıyor, en

azından sayın OP'nin kurduğu cümlelerden o zekada olmadığını

çıkartıyorum). Zira canlarım, şu cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum

yeniden: "10 yıl evvel düşünmeye başladım ama altı-yedi yıl evvel yazmaya

başladığım ‘Kar’ romanı yayınlandıktan sonra.". Bu nasıl bir cümle

düşüklüğüdür, nasıl bir anlam bulanıklığıdır, dili bilmezliktir. Şahsen

bir yazar kendi editörü olabilmelidir, sen dilini adam gibi

kullanamadıktan sonra, kitabını kotaran -anlaşılır hale getiren- editörün

olduktan sonra ne anlamı var!


Az buçuk sinirlerimi boşalttıktan sonra sıra geldi daha zor kısma:

kitleler için anlaşılır kılmak. Alıntıdaki son cümleyi göz önünde

bulundurur ve muhterem OP'nin 7 -ya da 6, o sorunsala daha sonra

değineceğiz- yıldır bu kitapla uğraştığını düşünürsek kendisinin son on

yıllık yazın hayatının kronolojisini şu şekilde çıkarmak doğru olacaktır:


1998: Benim Adım Kırmızı isimli romanı basılır.
İsmi daha sonra Masumiyet Müzsei olacak ktiabı düşünmeye başlar.

1999: Yazarımızın kredi kartı borçları vardır, parasız kalır, yazacak bir

şeyi yoktur, Masumiyet Müzesi hala oluşamamıştır, düşünülme evresindedir,

o yüzden Öteki Renkler adı altında eski yazı ve söyleşilerinden seçip

seçip bi kolaj kitabı çıkartır yazarımız.


2000: Yazarımız hala düşünmektedir, diğer yandan da Kar'ı yazmaya

başlamıştır kendisi. Onun dışında yapacak pek bir şey bulamadığından bu

yılı milenyumu kutlayarak geçirir.


2001: Sıtil tinking end olso vırayting Kar(Sınov).


2002: Kar basılır. Sonra boş kalan yazarımız Masumiyet Müzesi'ne geri

döner, bu sefer oturup boş duvara bakıp kahve yudumlamaktan vazgeçip

yazıya dökmeye başlar. Ama kitabın bahtsızlığı işte kadim dostlarım, OP

bu kitabı bırakır ve İstanbul: Hatıralar ve Şehir adlı anı kitabını

yazar, bir nevi depodan yer yani. Bu kitap basıldıktan sonraki 5 yıl da

Masumiyet Müzesi'ni yazar, son bir ıkınmayla basılır kitabımız. Kolay

değildir o kadar küçük delikten çıkması, 500 sayfalıktır roman, oku oku

bitmez. (Gerçi 500 rakamı OP'nin ağzından çıktığından lütfen fazla

takılmayınız.)

İşin özü sayın seyirciler, kendisi 98'de düşünmeye başlamış, 2002'de yazmaya başlamış, bir sene ara vermiş, 2003'te tekrar başlayarak toplamda kendisi 10 dese de yine de bir wanna-be müyendiz olarak onu 9 sene diye düzelttikten sonra, 9 senede bitirmiştir best selır romanını.


Orhan Pamuk'taki zaman bükülmesine gelecek olursak; ..


Amaaan, valla gelesim yok, yaşına verip güzel(!) hayatıma devam etmek, karşımdaki FSM manzarasına arka fonda Chrysalide ve elimde çayla beraber dalmak istiyorum, yemişim pek sayın noğbıl pırayz vining vıraytır OP'yi.

Bu arada fotoğraftaki bıyık ve göğüs olayı için özür dilerim, Türk'üm ve vazgeçemiyorum alışkanlıklarımdan, genlerime işlemiş.

Hepinize şu mübarek ramazan ayında hayırlı akşamlar diler, bol bol kadayıf yemenizi temenni ederim.

!OP Ödevi


BG: Orhan Bey, ‘Masumiyet Müzesi’nin konusu, fikri ne zaman ortaya çıktı ve nasıl?

!OP: 10 yıl evvel romanı düşünmeye başladım. Bu bir aşk hikâyesi, aşk romanı... 10 yıl evvel düşünmeye başladım ama altı-yedi yıl evvel yazmaya başladığım ‘Kar’ romanı yayınlandıktan sonra. Arada ‘İstanbul’ hatıralarımı yazdım. Sonra, aşağı yukarı yedi yıldır hep bu kitapla meşgulüm.


kaynak

Yukarıdaki Orhan Pamuk(!OP)cümlesinin zaman çizelgesini çıkarınız, bir grafik ya da anlaşılır bir naratif üzerinden açıklayınız. Cümleyi en büyük kitle için anlaşılır kılan öğrenci ve en masum bir arkadaşına İtalya'daki Masumiyet Müzesi'ne 3 günlük seyahat bileti verilecektir.

Kurtarıcı soru:

!OP Cevap1,son cümle: Sonra, aşağı yukarı yedi yıldır hep bu kitapla meşgulüm.

!OP Cevap2, son cümle: Ve altı yıldır bununla uğraşıyordum, evet.


Orhan Pamuk'ta zaman bükülmesi konulu bir makale yazınız, kenarlarını süsleyiniz.

Ayrıca ropörtajı sonuna kadar okuduğunu belgeleyebilene yarım altın takıyorum.


 

Bugün Konuşanlar | Kollektif Beyin Boşaltma Saçmalama Saçmalatma Çarpma Çarpılma Çarpılama Alanı | 2007-2009 | Tüm Hakları Çamaşır Dolabının Çorap Çekmecesinde Saklıdır